Sevgili Sara ve Sevgili David,
Zor zamanlardan geçiyoruz. Finansal yıkım, ekonomik gerileme ve belirsizlikle karşı karşıyayız.
İnsanlar birikimlerini, işlerini ve hatta evlerini kaybetti. Kişi, böyle bir zamanda ne yapar? En iyi yanıtı Amerikalı bir siyasetçi verdi: Bir krizi hiçbir zaman harcamayın. Kötü zamanlarda, iyi zamanlarda olduğundan çok daha fazlasını öğrenirsiniz. Çince “kriz” i tarif etmek için kullanılan şekil, aynı zamanda “fırsat” demektir. Çin’in tarih sahnesinde o kadar uzun süre kalmasının nedeni belki de budur. Bir adım daha da ileri gittiğini bildiğim tek dil, İbranice’dir. İbranice “kriz” için kullanılan mashber sözcüğü aynı zamanda doğum sandalyesi anlamına gelir. İbranice’de krizler sadece fırsat değil, doğum sancılarıdır: Yeni bir şey doğmaktadır. Yahudiler işte bu yüzden 4.000 yıl boyunca her krizi atlatmış ve öncekinden daha güçlü bir şekilde hayata tutunmuşlardır. Finansal yıkımın bize öğretmesi gereken şudur: Aklımızı parayla bozduk; maaşlar, ikramiyeler, ev fiyatları ve olmasa da olabilecek lüksler. Para hakimiyet kurunca, birtakım şeylerin fiyatını hatırlar ama değerini unuturuz. Bu vahim bir hatadır. Finansal yıkımın meydana gelme nedeni, insanların uzun sürmeyecek bir mutluluk uğruna, ihtiyaç duymadıkları şeyleri alabilmek için, sahip olmadıkları parayı borçlanmalarıdır. Tüketim toplumunun tamamı, ekonomik büyümeyi sağlamak için harcamayı artırmaya yöneliktir. Bu da hakiki değerleri altüst eder. Reklamlar dikkatimizi sahip olmadıklarımıza odaklar, oysaki gerçek mutluluk, Pirke Avot’un da belirttiği gibi, sahip olduklarımız için sevinmekte yatar. Tüketim toplumu, ne tuhaftır ki, mutsuzluğu yaratan ve yayan bir mekanizmadır. Daha önce görülmemiş bir refah çağının, yine daha önce görülmemiş bir stres bağlantılı sendromlar ve depresyon hastalıkları çağına dönüşmesinin nedeni budur. Şimdiki ekonomik krizden çıkaracağımız en önemli ders şudur: Birtakım şeylerin fiyatını daha az düşünüp, değerini daha çok düşünmek gerekir. Tora’da halkın altına tapınmaya başladığı bir ara vardır.
Altından bir buzağı yaptılar. İlginç olan şudur ki, Tora’yı dikkatle okuyacak olursanız, Altın Buzağı’dan hemen önce ve sonra, Moşe’nin Şabat emrini verdiğini görürsünüz. Neden bu emir? Şabat, Altın Buzağı’nın panzehridir çünkü birtakım şeylerin fiyatını düşünmeyi bırakır, onun yerine değerini düşünmeye odaklanırsınız. Şabat günü satın alamaz, satamayız. Çalışamaz, bizim için çalışsınlar diye başkalarına para ödeyemeyiz. Günü ailemiz ve arkadaşlarımızla birlikte Şabat sofrasının etrafında geçiririz. Sinagogda cemaatle ilişkilerimizi yenileriz. Tora dinler, halkımızın öyküsünü hatırlarız. Dua eder, Tanrı’ya bize bahşettiği bütün kutsamalar için şükrederiz. Aile, arkadaşlar, cemaat, bir halkın ve tarihinin parçası olma duygusu ve her şeyden önemlisi, Tanrı’ya şükretme: Bütün bunlar değeri olan ama bir fiyatı olmayan şeylerdir. Başka bir deyişle, zaman yönetiminin temel bir ilkesi, önemli olan ve acil olan şeyleri ayırt edebilmeyi öğrenmektir. Hafta arasında acil olan işlere yönelme eğilimine gireriz. Sonuç şudur ki, acil olan ama illa ki önemli olmayan şeylere odaklanırız. Bu durumun, bugüne kadar icat edilmiş olan en iyi panzehri Şabat’tır. Şabat günü önemli olan ancak acil olmayan şeyleri kutlarız: karı koca, anne baba ve evlatlar arasındaki sevgi.
Aidiyet bağları. Parçası olduğumuz tarih. Desteklediğimiz ve sevinç ile acılı anlarda bizi destekleyen cemaat. Bunlar hep sevinç kaynaklarıdır. Hiç kimsenin son düşüncesi “Keşke ofiste daha çok vakit geçirseydim” olmamıştır.
Zor zamanlar bize, iyi zamanların unutturma eğiliminde olduğu şeyleri hatırlatır: Nereden geldiğimiz, kim olduğumuz, neden burada bulunduğumuz. Zor zamanlar, işte bu yüzden geleceğin mutluluk tohumlarını ekmenin en iyi zamanıdır.