Theodor Benyamin Ze'ev Herzl'i (1860-1904) incelemeden, modern Siyonizm'i incelememiz mümkün değildir.
Alfred Dreyfus davasında muhabir olan Herzl, uygar Fransızların "Yahudilere ölüm!" diye bağırmasıyla sarsılmıştı. Antisemitizm'in çözümünün Yahudi milli devletinin kurulması olduğuna o an ve orada karar verdi. Bu konuda, Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adında bir kitap yazarak, Yahudi anayurdu konusundaki vizyonunu tarif etti.
Siyonizm kendi icadı olmadığı halde, Herzl hareketin itici gücü oldu. Onu ideal lider yapan birçok unsur vardı:
- Daha aydınlanmış olarak kabul edilen Batı Avrupa'dandı (Doğu Avrupa'ya kıyasla);
- Çok iyi eğitim görmüştü;
- İyi yazabiliyor, iyi konuşabiliyordu;
- Karizmatik bir kişiliği, vakur bir duruşu vardı;
- Bir lider gibi hareket ediyordu.
Herzl her ne kadar Yahudiliğin'den asimile olmuş ve ne yazık ki atalarının dininden uzaklaşmış şekilde büyütüldüyse de, Viyana'daki antisemitizim ve Dreyfus olayı kendisinde çok büyük etki bırakmıştı. Siyonizm fikri ile o kadar bütünleşmişti ki, Avrupa ülkelerinin devlet liderleriyle sık sık görüşüyor ve İsrael Ülkesi fikri için taraftar toplamaya çalışıyordu.
29 Ağustos 1897 tarihinde Basel, İsviçre'de İlk Siyonist Konferansı topladı. Konferansa başlangıç aşamasındaki Siyonist politikayı oluşturan 16 ülkeden 197 delege katılmıştı. Bu toplantı modern İsrail Devleti'nin kuruluşunda önemli bir aşama oldu.
Daha sonra Herzl günlüğünde şöyle yazdı:
"Basel Kongresi'ni kamuoyu önünde telaffuz etmekten kaçınacağım bir kelime ile özetleyecek olursam: Basel'de Yahudi Devleti'ni kurdum. Belki beş yıl içinde ama muhakkak 50 yıl içinde herkes bunu bilecek." (Bkz The Siege (Kuşatma), Connor Cruise O'Brian.)
Gerçekten de İsrail Devleti 14 Mayıs 1948 tarihinde, 50 yıl ve 9 ay sonra ilan edildi.
Ne yazık ki Herzl bunu göremedi. 44 yaşında iken, Yahudi halkının yurdunu Uganda'da kurması önerisinin fırtınalı bir şekilde tartışılmasını takiben bir kalp krizi sonucunda öldü. Geçici olarak bu fikri desteklemiş olan Herzl, Yahudilerin İsrail toprağında yerleşmesi fikrine sadık kaldığını gösterdi ve aleyhinde olanları ikna ederek çekişmeyi sona erdirdi.
Herzl'in öyküsü trajiktir. Davası uğruna yaşamını verdi; bütün parasını bu dava için harcadığından öldüğünde iflas etmişti.
Belki de en acıklısı, arkasından davasını sürdürecek kimse bırakmamış olmasıdır. Yahudi olmayan karısı Julia görevi devralmaya çalıştı ama 35 yaşında öldü. Üç çocuğu -Pauline, Hans ve Trude- trajik bir şekilde can verdi. Pauline uyuşturucu bağımlısı oldu ve Fransa'da öldü. Hans Katolik olduktan sonra, Pauline'in cenaze töreni günü kendini vurdu. Trude Margarethe, Theresienstadt'da Nazilerin elinde hayatını kaybetti. Herzl'in tek torunu Stephen Theodor (Trude'nin oğlu) ismini Norman olarak değiştirdi ve Amerika'da bir köprüden nehre atlayarak intihar etti.
Herzl Avrupa'da gömülmüştü ama İsrail devleti kurulduktan sonra bedeni mezarından çıkarılarak İsrail'e götürüldü. Yeruşalayim'de, birçok devlet başının ve askeri kahramanın da gömülmüş olduğu ve Herzl Tepesi olarak bilinen bir mezarlıkta toprağa verildi.
ÖNEMLİ KİŞİLİKLER
Bu devrin önemli kişilikleri arasından üçünden söz etmeliyiz:
- Chaim Weizmann (1874 - 1952)
- David Ben-Gurion (1886 - 1973)
- Asher Hersh Ginsberg (1856 - 1927)
Weizmann ilk gençliğinde Hovevei Zion (Sion Aşıkları) olarak bilinen bir gruba katılmış olan, Rusya doğumlu bir kimyagerdi. Herzl'in 1904 yılında ölmesinden sonra Siyonist Hareket'in lideri oldu.
İlginç olanı Weizmann, 1915 yılında I. Dünya Savaşı'nın ortasında, barutun başlıca bileşeni olan yapay asetonu icat etti. İcadı Britanyalıların savaş için seri halde barut üretmesine olanak tanıdı.
Bu sebeple İngiltere hariciye sekreteri Arthur Balfour ile dost oldu. 1917 yılında Yahudilerin Filistin'de milli bir yurt kurması için Britanya'nın desteğini söz veren Balfour, asetonun kendisine Siyonizm'i kabul ettirdiğini söyledi. (Balfour Deklarasyonu'nu gelecek bölümde tartışacağız.)
David Ben-Gurion Polonya, Plonks'ta David Gruen olarak doğmuştu. Ufak tefek yapılı ama çok güçlü, son derece önemli bir kişilikti. Ateşli Siyonist olan dindar bir aileden geldiği halde, erken dönemde dini köklerini terk etti.
Ben-Gurion İsrail'e 1906 yılında, 20 yaşında iken gitti. İlk yerleşim birimlerinin portakal bahçelerinde ve şarap mahzenlerinde çalıştı. Po'alei Zion'da (Sion Çalışanları) aktifti ama partisinde bazı karşıt konumlar aldı. Örneğin göçmenlerin ve yerleşimcilerin kendi işlerini Diaspora'nın müdahalesi olmadan yürütme hakkı; İsrail'e göç etmenin her parti üyesinin zorunluluğu olduğu; ve İbranice'nin partisinin tek dili olması gerektiği gibi.
O zamanlar İsrail toprağı hâlâ Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolü altındaydı ve İstanbul'da bir süre hukuk okumuş olan Ben-Gurion Türkiye'ye sadakatten ve Yahudiler için Osmanlı vatandaşlığının benimsenmesinden yana idi. Ancak I. Dünya Savaşı patlayıp da Türkler Siyonistlere karşı çıkmaya başlayınca Ben-Gurion'un başı mercilerle belaya girdi ve sürgün edildi. New York'a giderek Ahdut ha-Avoda'yı (Birleşik Çalışma Partisi) kurdu.
(Ben-Gurion'un öyküsündeki ikinci bölüm: İsrail'e geri döndüğünde 1935 yılında Yahudi Ajansı'nın başı, 1948 yılında ise İsrail'in ilk başbakanı oldu - bunları gelecek bölümde ele alacağız.)
Üçüncü önemli kişilik, takma adı Ahad HaAm olan Asher Hersh Ginsberg idi. Aslında Doğu Avrupa toplumundaki Yahudileri kültürlerinden arındırma planları düş kırıklığına uğrayan Maskilim'den biri idi. İlk Siyonist hareketin büyük entelektüel lideri oldu. Yahudi devleti vizyonu, dünyanın zulüm gören Yahudileri için bir sığınak değil, modern Yahudi'nin yeni çağdaş Yahudi kültürünün merkezi olabilecek "aydınlanmış", ileri ve laik bir devlet kurabileceği bir yerdi.
1897'de The Jewish State and The Jewish (Yahudi Devleti ve Yahudiler) adlı eserinde şöyle yazdı:
"Aşamalı olarak büyüyecek olan Yahudi yerleşimi zamanla ulusun merkezi haline gelecek. Orada ruhu tam bir ifade bulacak ve her yönüyle, muktedir olduğu en yüksek mükemmellik derecesine ulaşacak. Sonra bu Yahudilik ruhu, merkezinden daha geniş bir çembere, Diaspora'daki bütün toplumlara yayılacak, onlara yeni bir hayat ilham edecek ve halkımızın birliğini koruyacak. Filistin'deki milli kültürümüz bu seviyeye ulaştığında, o toprağın kendinde, uygun zamanda bir devlet kurabilecek yetenekte insanlar yetiştireceğine emin olabiliriz: sadece Yahudilerin Devleti değil, gerçekten bir Yahudi Devleti olacak olan bir devlet."
Ginsberg Siyonist harekette hakim unsuru temsil ediyordu: Yahudilere asimile olmaya yardım ederek Antisemitizm sorununu çözmek isteyen aydınlanmış Yahudiler. Ancak daha sonra çabalarının boşuna olduğunu anladılar. Yahudiler diğerleri ile karışmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, gördükleri korkunç zulüm karşısında, bir Yahudi anayurdu için çalışmaya koyuldular
Dünya görüşlerini şekillendiren başlıca unsur yalnızca fiziksel bir Yahudi anayurdu kurmayı temel alan bir milliyetçilik değildi. Anayurdunu kuracak ve koruyacak yeni türde bir Yahudi de yaratmaktı. Bu ilk Siyonist düşünürlerin çoğu, asırlar süren gettolaşma ve zulmün Yahudileri gurur ve güçlerinden yoksun bıraktığını hissediyordu. Bir anayurt kurmak onurlu, kendine yeten bir Yahudi gerektiriyordu; çiftçilik yapabilen, kendini koruyabilen ve ülkeyi inşa edebilecek bir Yahudi. Omuzları çökmüş, her zaman zalimlerin merhametine sığınmış, acınacak bir manzara arz eden dindar, zavallı ve gettolaşmış Yahudi artık ortadan kalkmalıydı.
Bir devlet kurmak tamamıyla farklı bir şey gerektiriyordu: bir "İbrani". İlk Siyonistler kendilerini Yahudi değil, "İbrani" diye adlandırıyor, Alman, Rus ya da Yidiş isimlerini daha İbranice ve milli çağrışımlar yapacak şekilde değiştiriyorlardı (örneğin David Gruen, David Ben-Gurion oldu). Bu ilk Siyonist liderler dinin, Avrupa'nın getto ve shtetl'lerinde Yahudi kimliğini muhafaza ettiğini tabii ki biliyordu ama modern Yahudi devletine artık buna ihtiyaç olmayacağını düşünüyorlardı.
SİYONİZME TEPKİ
Bu tutum birçok rabinik liderin Siyonizm'e karşı olmasının kısmen nedenidir. İlk laik Siyonistlerin dine karşı gelmesine ve dini değerlerden yoksun bir devlet fikrine tepki gösteriyorlardı. Lubin Tsadik'i olarak da bilinen Rabbi Tsadik HaKoen Rabinowitz (1824-1900) görüşünü şöyle dile getirir:
"Kuşkusuz biliyoruz ki eğer inansaydık, Tanrı'nın bizi kurtaracağına gerçekten güvenseydik, Tanrı'nın emirlerine uysaydık, bugün bile Kutsal Topraklarda yaşıyor olurduk. Neden Toprak kaybedildi? ‘Çünkü onların önüne koyduğum Kanunlarımı terk ettiler.' Siyonistlerin emirleri reddettiği ve her türden kötülüğe bağlandığı açıkça belirtildi. Siyonistler hakimiyeti ele geçirirse, Yisrael'in kalplerinden Tanrı inancını ve Tora gerçeğini çıkarmaya çalışacakları anlaşılıyor. Asimilasyon giysilerini yırttılar ve Yahudiliğe hevesli görünmek için bir heves pelerinine büründüler. Aslında inancımızın altında bir kuyu kazıyor ve Yisrael'i Şehina'nın (İlahi Varlığın) kanatlarının altından çıkarmaya çalışıyorlar."
Siyonizm'deki tek problem dine karşı tutumları değildi. 19. Yüzyılda Almanya'da başlayan Reform Akımıyla da birlikte, İsrael Ülkesi'ne taşınan bütün Yahudileri asimile edip dinlerinden koparmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu acı olay daha çok Sefarad Yahudileri'nin din karşıtı kibutslara yerleştirilmesi ile gerçekleşti. Sefarad Yahudileri her ne kadar Avrupa'daki Aydınlanma çağını görmemelerine ve bu sayede dinlerinden uzaklaşmamalarına rağmen, İsrael Toprakları'na gelince dinlerinden kendi kardeşleri tarafından koparıldılar.
Bütün Ortodoks Yahudiler bu görüşü paylaşmıyordu. Ülkeye geri dönmek için en tutkulu savaşçılar olan çok sayıda dindar Siyonist vardı.
Geçen bölümde gördüğümüz gibi Rabbi Shmuel Mohilever, Baron de Rothscild'in ilk yerleşimcileri desteklemesi için çok etkileyen ilk dindar Polonya Siyonistlerinden idi.
Bir başka önemli kişi, laik Siyonistlerin attığı temellerde Tanrı'nın elini gören ve onlarla çalışmaya karar veren Kabalacı Rabbi Abraham İsaac Kook idi. Yeni doğan milliyetçiliğin kutsallığı hakkında ünlü Orot'u (Işıklar) yazdı. 1921 yılında Filistin'in baş rabi'si oldu. Amerika ve Almanya'daki Reform Yahudiler Siyonizm'e çok karşıydı. Alman Reform Yahudiler şöyle dedi:
"Milli dönüş (İsrail'e) umudu, baba yurdumuza (Almanya) karşı duygularımızla çatışmaktadır." Amerikan Reform Yahudileri ise şöyle dedi:
"Kendimizi artık bir ulus değil, dini bir cemaat olarak görüyoruz. dolayısıyla ne Filistin'e geri dönmeyi, ne de Yahudi devleti ile ilgili herhangi bir kanunun yeniden yerine konmasını bekliyoruz..."
İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ ALİYA
Yahudi aleminin genelde tepkisi ne olursa olsun, Yahudiler İsrail'e geri dönmeye devam etti.
Son bölümde 1882 ile 1891 yılları arasında İsrail'e 30.000 Yahudi'yi götüren ilk aliya'yı -ülkeye çıkış- ele almıştık.
1903 yılı paskalyasındaki Kishinev Pogromunu ve 1905 yılındaki ilk başarısız Rus devrimini takip eden ikinci aliya, 1904 ile 1914 yılları arasında 40.000 başka Yahudi'yi İsrail'e götürdü. I. Dünya Savaşı ile Rus Devrimi'nin ardından üçünü aliya 1919 ile 1923 yılları arasında 35.000 kişiyi daha götürdü.
Bir Yahudi anayurdu rüyası artık yalnızca bir rüya değildi. Muzaffer müttefik güçleri I. Dünya Savaşı sırasında kaybeden tarafı tutan Osmanlı İmparatorluğu'nu fetheder ve Britanyalılar Ortadoğu'nun kontrolünü eline geçirirken rüya gerçeğe dönüşmekteydi.