"Dünya dört (farklı) dönemde yargılanır.
Pesah’da buğday, Atseret’te (Şavuot) meyve ağaçları, Sukot’ta su ve Roş Aşana’da ise tüm insanlık Tanrı’nın huzurundan koyun sürüsü gibi geçer.
Pasukta yazdığı gibi, ‘Ayotser yahad libam, amevin el kol maaseem – Kalplerimizi yaratan, tüm davranışlarımızı da anlar.’ Talmud Roş Aşana 16
Talmud "koyun sürüsü" benzetmesinin ne anlama geldiğini sorar ve buna üç değişik cevap verir.
Birinci cevap Kral David'in askerleridir. Kral David'in askerleri savaşa çıkarlarken savaş stratejisi gereği birer birer çıkarlardı. Aynı şekilde biz de Roş Aşana günü Tanrı'nın huzurundan birer birer geçiyoruz.
İkinci cevap ise, KeMaalot Bene Horon, yani yüksek bir dağ ve dağı çevreleyen yollarda sadece tek kişilik yer var. Aynı şekilde biz de Roş Aşana günü Tanrı'nın huzurundan birer birer geçiyoruz.
Üçüncü cevap ise, koyunların birer birer geçirilmesi. Koyunlardan maaser şu şekilde ayrılır. Sadece tek bir koyunun geçebileceği genişlikte bir kapı yapılır ve her onuncu koyun işaretlenirdi. Sonunda tüm işaretlenen koyunlar maaser olarak Bet Amikdaş'a sunulurdu.
Burada anlamamız gereken neden Talmud'un bir soruya üç değişik benzetmeyle cevap verdiğidir. Sadece bir tanesini verseydi bizler için yeterli olmaz mıydı?
Bunu anlatmak için bir hikaye ile başlayalım:
Büyük bir tüccar, pazarın açıldığı gün daha çok kazanç elde etmek için kendisinin ve arkadaşlarının tüm yatırımlarını topladı. Ancak kazancını en yükseğe çekebilmek için vergi ödememeye ve ürünlerini gece yarısı sınırdan kaçırmaya karar verdi. Ama böylesi riskli bir işi üstlenecek atlı araba bulmak da çok zordu ve bu yüzden bulana kadar rahat bir nefes alamadı.
Tüccar kafasında tüm kaçış planını hazırladı. Hangi kestirme yollardan gidileceği, hangi saatte yola çıkılacağı, ne zaman ürünlerin pazara varacağı her şey ayarlanmıştı.
Büyük gece geldi. Tüccar tüm ürünlerini de yükleyip faytona bindi.
Faytoncu yol sırasında tüccara bakıyordu, tüccarın dişleri birbirine vuruyor, bacakları ise korkudan titriyordu.
Faytoncu tüccara alaycı bir edayla sordu, "Ne titriyorsun? Ormana gelene kadar daha beş saatimiz var. Henüz evinin önünden uzaklaşmadık, titremeye başladın." Tüccar da, "neden korkmayayım ki? Eğer planlarım umduğum gibi ilerlerse, cebim zenginliklerle dolacak, yaptığım yatırımdan kat bekat daha fazlasını kazanacağım. Yarından itibaren zengin ve mutlu bir hayata sahip olacağım. Ama Allah korusun planlarım suya düşer, sınır polisi beni yakalar ve 'DUR! ELLERİNİ YUKARI KALDIR' diye bağırırsa, ürünlerim polisin eline geçmesi yetmiyormuş gibi, ben hapishaneye girerim, borçlu olduğum insanlar ailemi rahat bırakmaz. Durum böyle olunca ben nasıl titremeyeyim?"
Faytoncu yoluna devam etti. Gece yarısı oldu ve ormana doğru yaklaşmaya başladılar. Ardından sınırı geçtiler ve tüccar faytoncunun da kendisi gibi titrediğini fark etti. Tüccar faytoncuya, "peki sen neden titriyorsun ki?" diye sordu.
Faytoncu da, "tüccar efendi, ben de sonuç olarak insanım, benim de hislerim ve bazen de korkularım var. Yavaş yavaş tehlikeli anlara yaklaşıyoruz. Doğrudur, benim burada taşıdığım bir ürün yok ama benim için de bir ay boyunca hapishanede yatmak ve faytonuma da polis tarafından el konulması da hiç hoş bir durum değil" dedi.
Faytoncu korku dolu, yoluna tüccar ile birlikte titreyerek devam etti. Bir kilometre daha, bir kilometre daha. Bu arada çok enteresan bir noktayı fark ettiler. Atlar hiç titremiyor ve faytoncuyla tüccarın yaşadıkları korkuya bir türlü anlam veremiyorlardı. İçinde bulundukları durumun verdiği korku onlara hiçbir şey ifade etmiyordu. At sınırı geçmeden önce de aynı attı, sınırı geçerken de ve geçtikten sonra da aynı at olarak kaldı.
İşte şimdi Gemara'nın sorduğu soruya neden üç değişik örnekle cevap verdiğini anlayabiliriz.
Bazıları Roş Hodeş Elul ayının ilan edildiği Şabat'ta, Elul kelimesini duyunca titremeye başlarlar. Bu hazırlık biçimi Kral David'in askerlerine benzer. Kral David'in de askerleri komutan onları çağırmadan önce hazırlıklarına başlar ve savaşa hazır pozisyonda beklerlerdi.
Bazıları ise Elul ayında hala ya Ağustos ya da Eylül ayında olduğumuzu zanneder. Allah korkuları yeterli seviyede değildir. Ancak Roş Aşana geldiğinde dağın yamaçlarındaki ince ve korku dolu yollarda ilerler gibi Tanrı'nın huzurunda ilerlerler.
Üçüncü grup ise koyunlar gibidir. O koyunlar kendilerini koydukları alanda sağa sola koşuştururlar, sonra önlerinde bir çıkış kapısı görürler. Ne de olsa bulundukları ortam sıkışıktır ve çıkmaları gerekmektedir. Kapıdan çıkarlarken birisi sırtlarına kırmızı boya sürer ve ne sürüldüğünün, neden sürüldüğünün farkında bile değillerdir.
"Roş Aşana günü hepimizin yargısı yazılacak ve Yom Kipur'da ise mühürlenecek - Kim hayata, kim diğer tarafa - Herkesin hayatı bu günlerde belirlenecek. Bundan daha önemli günler olamaz, hepimizin uyanması lazım".
Tanrı Roş Aşana'da yargı sandalyesinde oturur. Ancak yargı, yuvasını uyandıran bir kartal, yavrularının üzerinde havada asılı durduğu gibi bir anda gerçekleşmez. Bu Kartal merhametlidir ve yavrularının yuvalarına bir anda gelmek yerine ağaçtan ağaca atlayarak geldiğini haber verir ve tüm bunları O'nu sevgiyle kabul etmeleri için yapar.
Tanrı da Elul ayında şofar ile bizleri yaklaşmakta olan yargı günü için uyandırır. "Uyanın uykucular uykunuzdan. Yaklaşmakta olan Roş Aşana günü açılacak olan Sifre Hayim - Yaşam Kitabı 'na yazılacaksınız."