Deraşa yapan her Rabi bizlere çocuklarımızı sinagoga alıştırmak konusunda sıklıkla telkinde bulunur. Gelecekte sinagog sıralarını dolu görmek ve çocuklarımızın da dua etmeyi bildiklerini görmek istiyorsak bunu gecikmeden çok küçük yaşlardan itibaren yapmalıyız.
Sinagoga gelen çocuklarımız burada nasıl davranacakları konusunda bilgili değildirler. Ancak çocuklarımız çok iyi birer gözlemcidirler. Etraflarını gözlemlerler. Kendilerine bir örnek seçerler ve onun yaptıklarını uygulamaya başlarlar. Eğer örnek seçtikleri sinagogta nasıl davranması gerektiğini, nasıl dua etmesinin lazım geldiğini bilen biri ise o çocuk zamanla sinagog adabını ve dua etmeyi öğrenecektir. Elbette başlangıçta biraz sıkılacaktır. Ancak anne babası onu her zaman teşvik etmeli ve bazı anne ve babaların yaptıkları gibi "ne yapalım biz istiyoruz ancak çocuğu ikna edemiyoruz" polemiğini bir kenara bırakmalıdırlar. Bir işten kaçmanın en kolay yolu bunun kendisine bağlı olmayan nedenlerden kaynaklanarak başarısızlık ihtimalini öne sürmektir. Burada çocuk sözde suçludur. Ama anne baba ise sözde masumdur. Nedense çocuğa laf geçirememektedir. Ancak aynı anne baba nedense çocukların bütün hafta sonlarını dolduracak etkinlik programını hazırlarken çocuğun ne kadar yorulabileceğini veya istemeyeceğini düşünmeden programın uygulanması konusunda ısrarcı olabilmektedir. Sinagog, dini eğitim, Bar mitsva kulübü, Talmud Tora gibi konularda ise kendi isteksizliklerini çocuk üstünden ifade etmektedirler.
Bu arada bizler sinagogta çocuğumuza nasıl davranmalı ve onu buraya nasıl alıştırmalıyız? Bu sorunun yanıtını aşağıdaki öyküde aramaya çalışalım:
Rabi David Green haftanın peraşası broşürünün eski sayılarından birinde bizlere güzel bir öykü anlatır: İki arkadaş oğullarının sinagoga alışmaları için sürekli olarak oğullarını her hafta sinagoga getirmektedirler. Birincisi oğlunun yanına oturması ile yetinerek kendi dualarına yoğunlaşmakta iken diğer arkadaş sürekli olarak oğlunun kelime dahi kaçırmasına tahammül etmemekte kitaptan okunan yeri sürekli olarak göstermektedir. Bu arada arkadaşını izlemekte ve neden oğluna dua etmesini teşvik edici bir harekette bulunmadığını anlamaya çalışmaktadır. Sonunda dayanamaz ve arkadaşına bir serzenişte bulunur: "Niçin oğlunu gerektiği gibi dua etmesi konusunda eğitmiyorsun? Onu sadece sinagoga gelmesini söylüyor sonra da kendi haline bırakıyorsun? Doğru dürüst dua etmesini nasıl öğrenecek?"
Arkadaşı gülümseyerek ona yanıt verir. "Ben oğlumu nasıl dua etmesi konusunda elbette eğitiyorum. Bunu oğluma duamı gerektiği gibi yaparak ve ona bir örnek teşkil ederek gösteriyorum. Büyüdükçe o bunu kendisine örnek olarak alacaktır. Sen ise sürekli olarak oğlunun başında bir nöbetçi gibi bekliyor ve kendi duanı ihmal ediyorsun. O da bir gün çocuklarına nöbetçilik yapacak ve ne yazık ki kendi dualarını ihmal edecek.
Öyküde görüldüğü gibi işimiz hiç de kolay değildir. Bu haftaki peraşamız "Tsav" emret adını taşımakta ve mizbeah altındaki ateşin her zaman yanmasının gereğini bunun için de Kohenler'in sürekli olarak ateşi beslemeleri lüzumunu anlatmaktadır. Bu kolay bir görev değildir.
Benzer bir şekilde toplumun içindeki Tora ışığını sürekli olarak aktif halde tutmak biz anne ve babaların en önde gelen görevidir. Bu görev zordur ve Tanrı zor bir emir vereceği zaman hep aynı girişi kullanır. "Tsav" Emret! Çünkü bundan kaçış yoktur. Mizbeah'ın ateşi veya toplumun, çocuklarımızın Tora ateşi sönecek olursa bir daha gelecekten söz etmek mümkün olmayacaktır.