Sadece Zaman MeselesiÇocuklarıma verebileceğim en büyük onur insanlarımıza duyduğumuz sevgi ve kendimize olan bağlılığımızdır. Theodor Herzl

Geçen hafta yolda Yossel Amca'yla karşılaştım. New York'ta Otuz-Dördüncü Cadde ile Yedinci Caddenin kesiştiği köşedeydik. "Lisa! Canım benim!" diye bağırdı ve en genç yeğeni olan beni, her zaman olduğu gibi burnuma kondurduğu ıslak bir öpücükle karşıladı. "Nereye gidiyorsun bakalım? Bize Şabat yemeğine gelmek ister misin?"

Yossel Amca, bana her zaman Yahudi olmanın pasif değil, aktif bir şey olduğunu hatırlatırdı. Yani, sanki bir isim değil de bir fiil gibiydi Yahudilik. "Bu gece gelemem Yossel" dedim. "Başka planlarım var. Ama seninle biraz yürüyebilirim". Elinde Şabat ekmeği hala vardı. Diğer eliyle de benim elimi tuttu ve yavaş yavaş onun evine doğru ilerlemeye başladık.

O anda, elini her zamankinden daha fazla sıktım. Dokusunu, tek bir elin sertliğini hatırlamak istedim. Buruşmuş başparmağını hissettim ve parmağında, Uzhgorod'da küçük bir çocukken elini kestiği zamandan kalma yara izine dokundum... Yarım yüzyıl boyunca Orchard sokağındaki toptan satış mağazasında malları taşımış o kocaman parmakları, bir zamanlar Macarlı bir Nazi'yi öldüresiye döven, şimdi de Yom Kipur'da af dilemek için göğsüne yavaş yavaş vuran o yumruğu tuttum. Parmak izlerini, tıpkı sağlam bir kasada duran değerli mücevherler gibi, hafızama kazımak istiyordum. Böylece günün birinde onu her yönüyle hatırlayabilirdim...

Bu günlerde zaman hakkında daha bilinçliyim. Yossel Amca'nın son yıllarının geldiğin farkındayım. Tavuk suyu çorbasının kokusunun, sıcak, demode, dar koridorlu o evin artık son saatlerini yaşadığını biliyordum. Her şeyin durması artık bir an meselesiydi: Herkesin Yidiş ve Macar dilinde şarkılar söylediği, arada bir iki kelime İngilizcenin serpiştirildiği Yahudi bayramları, telefon masasının üstünde duran mavi kadife tallet çantası; hala Bronx'ta bulunan kaşer kasaptan alınan bir fatura; her zaman parıldayan Şabat mumlukları; nesiller boyunca duaların okunduğu solmuş ve buruşmuş deri kaplı dua kitabı sidur ve piyanonun üstünde, savaşta ölen her aile bireyi için duran onlarca mum... Bu bir dönemin sonuydu. Yakın bir zamanda, bize iyi bir Yahudi olmak için acı çekmek gerektiğini hatırlatan yüzlerine bile görmez olacaktık.

Kısa bir güre sonra geleneklerimizi yürütmek için tek başımıza kalacaktık. Dedelerimiz, anneannelerimiz, Yosseller'imiz artık olmayınca, bayramlık masa örtüleri son kez katlanıp saklanırsa ve geride kalanlar sadece hafızamızdaki anılar olunca bizlere ne olacaktı? Onlar kalabalık, teknolojik, bir New York sokağında, artık elimizi tutmadığı zaman ne yapacaktık? Onlar için hala Şabat olan bir gece için "Başka planlarım var " deyip bizi affetmelerini istemeye fırsatımız olmayınca ne yapacaktık?

Bunların cevabı hemen akla geliyor. Kendi ayakkabılarımızdan daha büyük ayakkabıları giydiğimizde, bir şekilde ayaklarımız da büyür. Eskiler ayrıldığı zaman, gelenekler bize geçer. Bizler de bunları korumak ve geleceğe aktarmak için hem istek hem de güç bulacağız. Çünkü bu gelenekler bizlere kalp atışlarımız kadar yakın... Onlar, bizlerin tıpkı can nefesimiz kadar gerçek içini ifade ediyor Geçmişimizin bize aktardıklarını sahiplenmeseydik, bunca yüzyıl boyunca kendimize nasıl Yahudi, derdik?

Lisa Lipkin

**

Lisa Lipkin, canlı ve neşeli hikayeleriyle, uzun yıllardır eğlenceli gösteriler hazırlamaktadır. Kişisel deneyimlerini, sınırsız yaratıcılığıyla harmanlayarak, eşsiz hikayeler yazmaktadır. Amerika'nın ve dünyanın birçok yerini dolaşmış, çeşitli festivallerde, tiyatrolarda, müze ve okullarda görev almıştır. Hikayeyi Eve Getirmek: Anne Babalar İçin Hikaye Anlatmanın Yolları ( W.W. Norton, Ağustos 2000) kitabının yazarıdır. Lisa'nın özgün performansları, workshoplar'ı ve hafta sonu programları, yetişkinler, çocuklar ve ailelere yöneliktir.