Seattle Kütüphanesinden eve doğru ilerlerken, yağan soğuk sulu kar, ayaklarımın dibinde küçük su birikintileri oluşturuyordu.
1940 Aralık ayının öğleden sonralarından biriydi. Amerika'ya kısa bir süre önce gelmiştim. Ceketimin altında Yeşil Damların Anne'i adlı kitap vardı. Kütüphaneden üçüncü defa alıyordum bu kitabı.
İngilizcemin pekiyi olmamasına karşın, Anne'nin, içine girdiği yeni ortama nasıl uyum sağlayabildiğini öğrenmek istiyordum. Onun hayatı sanki benim Amerika'daki yeni yaşamımın bir yansımasıydı.
İç dünyam da tıpkı bu loş, kasvetli sokaklar gibiydi. Pencerelerin arkasından görülebilen Noel ağaçlarının küçük ışıkları, bana bu gecenin Hanuka'nın ilk gün olduğunu hatırlatmıştı. Durup sokak lambalarından birine dayanarak geçmişteki Hanuka gecelerini ve artık parçalanmış ailemi düşündüm.
Birden, Viyana'daki apartmanımıza geri dönmüştüm. Anne-babam, uzun sakalıyla Büyükbabam Mendel, mavi ipek giysileri ve inci kolyesiyle Büyükannem Tova, saçlarının topuz yapmış kuzen Berta, hep beraber gümü? Hanukiya'nın etrafında toplanmıştık. Polonya'da bir gümüş zanaatkârı olan büyük büyük babam, bu Hanukiyayı, en büyük kızının düşünü için yapmıştı. Nesiller boyunca, ailemin Hanuka kutlamalarını aydınlatmıştı. Bu Hanukiya, sadece Makabiler'in zaferini değil, Yahudiliğinin yenilmezliğini ve ailemizin devamını da simgeliyordu.
Yüz yıl sonra, altı bin mil ötede, Hanukiyanın gümüş işlemelerini düşündüğümde, o tatlı gülleri, nadide yaprakları ve kırılgan dalları aklıma getirdiğimde huzurla doldum.
Birden önümden geçen bir kamyon, pantolonumu sırılsıklam edip, hayallerimi böldü. "Her şey nereye gitti?" diye mırıldandım kendi kendime.
Ama her şeyin nereye gittiğini biliyordum. Büyükbabam, Kristal Gecesinde tutuklanıp Dachau'ya gönderilmiş ve orada öldürülmüştü. Büyükannem, Naziler'in apartmanlarını basıp dükkanlarını yağmalamalarından kısa bir süre sonra kalp krizi geçirip ölmüştü. Berta, kaçak yollarla, gemiyle Filistin topraklarına gitmeye çalışırken İngilizler tarafından yakalanmış, bir tutuklu kampına yollanmıştı. Ya Hanukiya? Ülkeden herhangi bir değerli el işini çıkartmak yasak olduğu için Hanukiyanın kaderi hala bir sırdı.
Eve ulaştığımda hava iyice kararmıştı. Babam sinagogdan dönmüş, annem de patates soyuyordu. Patateslerden birini kenara ayırdıktan sonra diğerlerini ezmeye başladı. Neden bir patatesi ayırdığını sorduğumda bana, " Bu bizim Hanukiyamız olacak " demişti.
Başımı üzüntüyle iki yana salladım. Hayatımdan o kadar çok eşsiz insan ve değer kaybolmuşken, o muhteşem aile yadigârının yerini bir patates mi almıştı? Bu da, yeni ülkemizdeki yeni geleneklerden biri miydi yoksa? Annem patatesin iki yanında iki delik açıp içlerine mumları yerleştirdi. Tam babam ikinci mumu yakarken, kapı çaldı. Kapıyı açtığımızda, postacı, babamın eline büyük bir paket tutuşturdu, "Özel posta" dedi, "burayı imzalar mısınız?"
Paket yabancı pullarla kaplanmıştı. Filistin topraklarından geliyordu. Gönderen hakkında ne bir isim ne de bir adres vardı paketin üstünde. Hepimiz şaşkına dönmüştük. Kutsal Topraklardan kim bize bir paket göndermiş olabilirdi? Heyecanla, paketi açtık. Gördüğümüz ilk şey, anne babama yazılmış bir mektuptu. Babam, Almanca yazılmış mektubu açıp, yüksek sesle okudu:
Sevgili Bay ve Bayan Schiffman,
Bayan Schiffman'ın annesi, Naziler'in, apartmanını yağmalamasından sonra, kalp krizinden ölmüştü. Apartman görevlisi daha sonra eve girip, dolapta saklanmış bir paket bulmuştu. Görevli, aileyi tanıyan bir Hristiyan’dı. Paketi alıp, Filistin topraklarına gidecek olan Berta'ya verdi. Hayfa'ya giden gemide, Berta bana bütün hikayeyi anlattı. İngilizler’in herhangi birimizi yakalaması durumunda, diğerinin paketi, içindeki adrese postalaması gerektiği konusunda anlaşmıştık. Hayfa'ya ulaştıktan sonra ben, Hagana'nın yardımları sayesinde kurtulabildim. Başlangıçta çok büyük zorluklar çektim. Bu nedenle, üzülerek belirtmeliyim ki, paketi unuttum. Dün, paketi yeniden buldum. Lütfen bu gecikme için beni bağışlayın.
Saygılarımla,
Berta'nın Arkadaşı
Üçümüz paketi merak ve heyecanla açtık. İçinden, gazete kâğıtlarına sarılı, siyah beyaz bir at tüyü yastık çıktı. Annem bunu kutudan çıkartırken hepimiz merakla Berta'nın, uğruna büyük riske girdiği yastığın neden bu kadar önemli olduğunu düşünüyorduk. Babam yastığın her tarafını inceledi, hatta kokladı, bastırdı. Birdenbire durdu.
"Çabuk, Martha, makası getirir misin?" dedi. Annem dikiş kutusunu buldu ve babama küçük makası verdi. Babam, dikkatlice kumaşın bir yanındaki dikişleri açmaya başladı. Yastığın içinden samanlar döküldü ve babam elini daldırıp, yastıktan hala parıl parıl parlayan o tanıdık Hanukiya'yı çıkardı!
Kendimi zor kontrol edebiliyordum. O güzel Hanukiyamız, Hanuka'nın ilk gününde, tam zamanında, evimize geri dönmüştü. Bir an için hepimiz donakalmıştık. Sonra hepimiz hep bir ağızdan konuşmaya başladık. Avusturya'dan nasıl dışarı çıkmıştı? Kim bunu ülkeden çıkartmak için hayatını riske atmış olabilirdi? Yastığın içine Berta'nın sakladığını düşündük. Herhalde sınıra kadar trenle götürmüş, sonra da gemiye sokabilmişti. Daha sonra, amacına devam edememesi durumunda, bir başkasının bu işi tamamlayacağından emin olmak istemişti.
Babam Hanukiya'yı masanın üstüne koydu ve patatesteki iki mumu, olmaları gereken yere, Hanukiya'ya yerleştirdi. Şamaş'ı yaktı ve Hanuka mumları karşısında şehehiyanu Berahasını söyledi. İlk gecenin şerefine şehehiyanu berahasını söylemeye başladığında, ben ve annem de mutlulukla ona katıldık. Benim için o gece söylediğimiz dua Hanuka'nın başlangıcından çok daha fazlasına hitap ediyordu. Dua, beni köklerime bağlayan mucize için de söyleniyordu. İçimde umut duygularının yeşerdiğini hissettim. Daha olumlu düşünebiliyordum. Uzun süreden sonra ilk kez, yaşam bulanık gözükmüyordu. Değerli bir şeyler yeniden bana geri dönmüştü. Bize kadar ulaşması özel bir belirtiydi...
Bugün, o gümüş Hanukiya yemek odamızda duruyor. Büyük oğlum David, günün birinde Hanukiya'nın kendi evinde, daha sonra da kızı Anna'nın ve ardından, gelen diğer nesillerin evinde duracağını biliyor. Hepimiz biliyoruz ki, titreyen mumlar, hem ailemizin devamlılığını hem de Yahudiliğin sönmez alevini sonsuza kadar sembolize edecek...
Gina Klonoff
**
Gina Klonoff, Washington Üniversitesi'nde İngilizce alanında eğitim görmüş, San Fransisko State Üniversitesinde dil bilim alanında yüksel lisansını tamamlamıştır. Yirmi beş yıl boyunca California'da İngilizce öğretmenliği yapmış, eşiyle birlikte Las Vegas'a taşındıktan sonra Holocaust'tan Kurtulanlar Grubunun Başkanı olmuştur. Serbest yazar olan Klonoff, şuanda bir kitap üzerinde çalışmaktadır.