Yazdır

Kutsal Topraklara Doğru

40 yıl çölde dolaştıktan sonra, Yahudiler İsrail Toprakları'nın sınırında dururlar. Bu, yüzlerce yıllık ulusal bir kaderin doruk noktasıdır. Neden illa ki İsrail Toprakları'ydı önemli olan?

Neden Uganda veya Brooklyn değil?

Tanrı'nın nefret ettiği bir şey varsa, o da dindir.

'Din genelde haftanın bir gününe sıkıştırılmış ibadet günü anlamına gelir. Halbuki Tanrı emirlerinin, bizim hayatımızın her ince ayrıntısını şekillendirmesini ister. İşimizi, adalet anlayışımızı, savaşlarımızı, aşklarımızı, çocukları yetiştiriş tarzımızı ve fakirlere nasıl davranmamız gerektiğini belirlemesini ister...

Tora'yı sadece bir toplum yaşayabilir. Bir toplumun, ideallerini gerçekleştirebilecekleri bir yere- toprağa ihtiyacı vardır. İsrail herhangi bir toprak parçası da değildir. İsrail, Tanrı'nın her zaman var olduğu bir yerdir.

6 gün savasından sonra, İsrail ordu komutanı Yitshak Rabin, "Bu zaferin Tanrı ile hiçbir ilgisi yoktur” sözleriyle dikkatleri çekmişti. İsrail'de ateistler bile, Tanrı'nın varlığının, reddedilemeyecek kadar elle tutulabilir olduğunu düşünürler.

Eski bir fıkra, Beyaz sarayı ziyaret eden bir İsrail Başbakanını anlatır: Amerikan başkanın masasında 3 tane telefon vardır. Başkan bu durumu açıklar. Beyaz telefon, direk olarak Moskova'daki Amerikan konsolosluğuna bağlıdır. Kırmızı olan, Nato 'ya mavi olan ise direkt Tanrı'ya ulaşılmasını sağlar.

"Fakat " der başkan, " biz mavi telefonu hiç kullanmayız, çünkü çok pahalıya mal oluyor"

Daha sonra bir gün, Amerikan başkanı, İsrail'e başbakanı ziyarete gider. Onun da masasında 3 telefon olduğunu görür. İsrail başbakanı hemen açıklamaya başlar: Beyaz telefon, Washington İsrail büyükelçiliğine bağlıdır. Kırmızı olan, Ordu 'ya mavi ise Tanrı'ya...

"İsrail kadar küçük bir ülke, nasıl mavi telefonun parasını ödeyebiliyor ki?” diye başkan merakla sorar: "Amerika bile, bunu başaramıyor."

"Sayın başkan, " der başbakan, " İsrail'de bu şehir içi telefondur... "

MOŞE SINIRDA

Peraşa, Moşe'nin Tanrı'ya, İsrail topraklarına girmesine izin vermesi için yalvarıp yakarmasıyla başlar.

Tanrı hayır der.

Neden Moşe diğerleriyle birlikte İsrail Toprakları'na giremez?

Anne-babalar, çocuklarını çok sevdiklerinden, onlara ne yapmaları gerektiğini söylerler.

"Vitaminlerini iç! Çizmelerini giy! Ocağa dokunma!"

Fakat kimse kurallardan hoşlanmaz ve bazen de çocuklar anne-babalarının bu disiplinli yaklaşımlarına çok sinirlenirler. İsrailoğulları da Tanrı'nın emirlerine sinirlenmişlerdi. 10. kez, su olmadığından Moşe'ye şikayet ediyorlardı. Moşe'ye şöyle dedi: Tanrı "Asanı al. Kayaya konuş ve o da sana su verecektir. "

Moşe, söylendiği gibi gider, fakat insanlar kendisine bağırıp çağırmaya başlayınca birden kendini kaybeder ve insanlara bağırır, kayaya da vurur. Parçalanan kayadan su akmaya başlar.

Tanrı’yı dinleyip dinlememe kararı sadece insana mahsustur. Hayvan ve bitkiler ne emrediliyorsa onu yaparlar. Tanrı'nın istediği Moşe'nin, suyu nazikçe istediğinde kayanın suyu vermesi ve böylece İsrailoğullarını kendisine karşı daha duyarlı hale getirebilmekti. Fakat istemeyerek de olsa, Moşe onlara, kayanın bile Tanrı'yı dinlemediğini ve vurulunca suyu verdiğini göstermişti. Mısır'dan çıkan nesil, Tanrı'nın kendilerini sevdiğini hiçbir zaman tam olarak anlayamamıştı. Moşe'nin hatası, insanların şikayetlerini ve memnuniyetsizliklerini arttırmıştı.

Tanrı'ya tam olarak güvenmediklerinden, İsrail topraklarına girmelerine izin verilmemişti. Moşe, onların lideriydi ve onlardan sorumluydu. Ve eğer, onlar giremiyorsa, Moşe de girmemeliydi.

ŞEMA DUASI - 'TÜM RUHUNLA'

Yahudilerin 'Bağlılık Yemini ' olan 'şema' duasında, bize ' Tüm kalbinizle ve tüm ruhunuzla Tanrı'ya itaat edin' emri verilir.

Tüm ruhla Tanrı'yı sevmek ne anlama gelir?

“Tanrı’yı tüm ruhunla sevmek” Tanrı için ölmeye hazır olmak demektir. Bu karışık düşünce şu şekilde açılanabilir:

Bir şeyin ne kadar değerli olduğunu, onun içi ödeyeceğin bedeli öğrenmeden bilemezsin

Yıllar önce, bir arkadaşımla ben, Vermont kışının ortasında, dağlarda arabayla yolculuk yapıyorduk. Bir ara, yer değiştirmek için durduk ve birdenbire köpeğim dışarı atladı. O sırada yoldan geçen bir araba, tam köpeğe çarpıyordu ki son anda sıyırdı. Yaralanan köpeğim, panik halinde ormanın içine daldı ve gözden kayboldu. Gece yarısıydı ve hava neredeyse 0 derece olmuştu. Dondurucu soğukta, saatlerce köpeğimi aradık. Her an, kendi kendime köpeğimin benim için ne ifade ettiğini düşünüp durdum. Bu işi daha ne kadar devam ettirmek isteyecektim? ( Not: köpeği bulduk!)

Tora, bizi Tanrı'yla olan ilişkimizin ne kadar paha biçilmez olduğunu anlamaya çağırır. Bunun için en yüksek bedeli ödemeye hazır olmalıyız.

135 yılında, Yahudiler, Roma İmparatorluğu'na karşı isyan etmişlerdi. Romalılar isyanı çok vahşice bastırdılar ve Yahudileri tamamen yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Buldukları her hahamı katlettiler ve Tora okuyanları yakaladıkları yerde ölümle cezalandırdılar.

Ertesi gün, Ribi Akiva, pazar alanına gidip, herkesin ortasında Tora dersi vermeye başlar. Bu da onun tutuklanmasına ve idam cezasına çarptırılmasına sebep olur. Cellat tam onu öldürecekken, Ribi Akiva gülümser ve der ki " Tüm hayatım boyunca, Tanrı'yı tüm ruhumla seveceğim bir fırsatı yakalamayı bekledim "

Bu da bize, bir sonraki aşamaya ulaşabilmek için bazı şeylerin ölmeye değer olduğunu gösteriyor.

2- Yaşamak, elimizdeki en büyük değer değildir.

Yaşamak çok değerlidir ve ona sıkı sıkıya sarılmak çok önemlidir. Fakat hayat, ancak, hayattan da değerli bir şeye bağlandığımız zaman anlam kazanır. Bazen, ölmemenin de hayatı anlamsızlaştırdığı zamanlar olabilir.

Ribi Akiva'nın ölmesi acı içinde olmamıştır. Onu ölümü, tarihte din değiştirmektense ölmeyi tercih etmiş tüm diğer kişilerinki gibi, Tanrı'yla olan ilişkimizin ne kadar da olağanüstü öneme sahip olduğunu bizlere gösterir.

3- Bir şey için ödeyebileceğin en yüksek bedeli verirsen, o senin için daha değerli olur. Senin olur.

İsrail Devleti'nde kimler daha fazla onur duyar? 1948 savaşında, hayatını tehlikeye atanlar mı, yoksa Amerika'da güven içinde yaşayan iyi niyetleriyle İsrail'e yardım çeki yazanlar mı?

Bunu, çocuklar bile anlar. Dr. Seuss'un 'Horton Yumurtluyor' adlı hikayesinde, Horton adında bir fil, Mayzie adlı bir kuşun yumurtasına göz kulak olmakla görevlendirilir. Başına bir sürü dert gelmesine ve hayatını bile tehlikeye atmasına yol açacak olaylarla karşılaşmasına rağmen Horton, yumurtayı korumayı başarır. En sonunda yumurta çatlayınca, içinden kanatlı bir fil çıkar!

Kendinizi bir şeye adayın ve o artık sizin olsun. Eğer kendinizi Tanrı’nın ve Yahudi insanların çizgisi üzerine koyarsanız, bunlar sizin için sonsuz değere sahip olurlar. Ve bu da hayatınızı tarif edilemeyecek kadar zenginleştirir. Bunun tersi de doğrudur: Eğer hayatınızı riske edeceğiniz hiçbir şeyiniz yoksa değer verdiğiniz bir şey de yok demektir. Ve bu da bir trajediden başka bir şey değildir...

MUCİZELER VE KEHANET

"Eğer bir peygamber çıkıp da mucizeler yaratırsa ve sana "başka tanrılara tapalım " derse, onu dinleme. Tanrı senin, kendisini tüm kalbinle ve tüm ruhunla sevip sevmediğini sınıyordur"

Hıristiyanlığa geçmiş bir Yahudi kızla karşılaşmıştım. Bana açıklama olarak şu hikayeyi anlatmıştı:

Hastanedeydim ve durumum kritikti. Doktorlar, iyileşebileceğime dair tüm umutlarını yitirmişti. Bir papaz geldi. İyileşmem için İsa'ya dua etmemi istedi. İsa'ya dua ettim ve iyileştim!

Ona dedim ki: "Ben de sana bir hikaye anlatayım... “

Tüm dünyadan delegeler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda toplanır. Adamın biri, kürsüye yürür ve "Şunu seyredin!" der.

Birleşmiş Milletler binası, birden topraktan ayrılır ve göğe yükselmeye başlar. Aya gider. Delegeler hemen dışarı çıkarlar ve ceplerini aydan topladıkları taşlarla doldururlar. Bina, dünyaya geri döner. Kürsüdeki adam " Şimdi kim olduğumu açıklayacağım!" diye bağırır: " Ben bir kurbağayım!"

"Kurbağa mı? Bir adam nasıl kurbağa olabilir ki? Adam güçlü ve tehlikeli, ama bir kurbağa değil... Delinin teki."

Bir adam tanrı da olamaz. Büyük bir güce sahip olup, açıklanamayan mucizeler bile yapabiliyor olsa, ona tanrı denilemez. -tıpkı kurbağa da olmayacağı gibi.

Bizler saf yaratıklarız ve anlayamadığımız olaylar karşısında çok çabuk etkileniyoruz.

İŞTE HAKİM GELİYOR

"Tüm şehirlerinize bir hakim atayın. - eğer aranızda yargıya başvurulması gereken bir durum veya tartışma söz konusu olursa, Tanrı'nın seçeceği yere gelip yükseleceksiniz. O zaman hakim kimse, ona geleceksiniz. Soruşturacaksın, ve sana hakimin kararını söyleyecekler. Sana ne söylenirse, o şekilde davranacaksın. Ve onların öğrettiği şekilde hareket etmeye dikkat edeceksin. Söylediklerinin bir adım dışına çıkmayacaksın... "

Olası tüm durumları kapsayan yasal bir kanun olamayacağına göre, bazı olayları çözüme kavuşturmak için Tora'nın kanunlarını uygulamak üzere hakimlerin olması gerekir. Bu durumda, akıllarda, basit fakat önemli bir soru belirir: Ben Tanrı'yı dinlerim. Hakimleri neden dinlemem gerekiyor ki? Onlar sadece insan ve hata yapabilirler.

Bu sorunun kısa cevabı, Tora'nın bizlere hakimleri dinlememiz gerektiğini söylemesidir. Uzun cevap da aynı şekilde biter, fakat orta kısmı daha ilginçtir.

Talmud, Sanderin'de (Yahudi Yüksek Mahkemesi) bir kanun hakkında çıkan bir anlaşmazlıktan bahseder. Mahkemede bulunan 71 hahamdan, 70'i bu konuda hemfikir, bir tanesi onlara karşı çıkmaktadır.

"Eğer ben haklıysam" der karşı çıkan, " bu çalışma odasının duvarları içe doğru bükülsün!"

Duvarlar bükülmeye başlar...

"Eğer ben haklıysam " der bir kez daha, " dışardaki nehir ters yöne aksın... "

Ve nehir ters yöne akmaya başlar.

"Eğer ben haklıysam, gökyüzünde bir ses bunu onaylasın"

Ve birden gökyüzünden bir ses duyulur: " O, haklıdır "

Diğer, 70 hahamdan biri ayağa kalkarak şöyle der: "Tora, artık gökyüzünde değil, Tora, bizlere, ileri gelen hahamların çoğunluğunun onayladığı kararlara uymamızı söylüyor. Mucizeler ve gökten gelen sesler, artık bizim için bir kanıt oluşturmuyorlar. Fikrin reddedilmiştir ve bu konu burada kapanmıştır!"

Tanrı, Tora'yı ve açıklamasını, Moşe'ye verdiği zaman, onları anlamak ve uygulamak artık bizim görevimiz olmuştur. Kanunların anlamlarına karar vermeye yetkili olan da bilgi sahibi mantığımızdır.

Bu, herkesin kanunlar hakkındaki fikirlerinin eşit olduğunu göstermez ve son kararı sübjektif veya akıldışı da kılmaz. İnsanlar, fizik ve kimya kanunları hakkında da yorumlar yapıp açıklamalar getirir, fakat bunlar o kanunların sübjektif veya akla aykırı olduklarını göstermez. Bilim adamları da insandır fakat her insanın fikirlerinin eşit olduğunu da söyleyemeyiz. Eğer ben " Einstein hatalıydı! Aslında o formül, E=MC4 olmalıydı " dersem, kimse beni dinlemeyecektir bile. Fakat aynı şeyi Stephen Hawking söylese, belki daha anlamlı olur.

Peki neden 3300 yıllık bir geleneğin otoritesini kabul edelim?

Otoriteye olan güvensizlik yeni bir şey değildir. Vietnam veya Watergate olayları, hükümete karşı olan güvenin azalmasına sebep olmuş olabilir, fakat Aydınlanma Çağı filozofları, 200 sene evvel kilisenin baskılarına karşı çok savaşmışlardı. Geçmişteki körü körüne bağlılık insanın gelişimini engeller. Fakat gelenekler bizim temelimizi oluşturur ve yaşamımızın içerikli olmasını sağlar. Geleneklerimizi reddedersek, tarih içinde öksüz insanlar haline geliriz.

SAVAŞ TUTSAKLARI

"Düşmanlarınla savaşırsan ve Tanrı onları senin ellerine sen güzel bir kadın görüp onu arzularsan, onu evine getir. Saçlarını kes ve tırnaklarının uzaması için bırak. O, tutsaklığın verdiği ağırlığını üstünden atacaktır ve senin evinde oturacaktır. Bir ay boyunca kendi anne ve babası için ağlayacaktır. Bu süreden sonra ona gelip, onunla birlikte yaşayabilirsin... "

Savaş zamanında, düzgün insanlar bile olağandışı vahşilikte hareket edebilirler. Toplumun ince değer yargıları zarar görünce, arzu sağanağı ve terör, yaşamı uçurumun kenarına sürükler. Ahlak sistemin çökmüş olduğu böyle bir ortamda, kendi insani değerlerimizi nasıl kurtarabiliriz?

Bir selin önüne set çekemezsin ama onu başka yöne çevirebilirsin.

Bir kadın gördüğünde onu elde etmek mi istiyorsun? İlk önce, onu evine getir. Evin sıcak ortamında, normal ahlaki değerler yeniden canlanacaktır. Saçlarını kesmesine izin ver ve bir ay yas tutması için onu bırak. Bir ay sonunda, senin arzuların da yok olmuş olacaktır. Kadında gördüğün acı, onu artık senin gözünde cinsel bir objeden çok, bir insan yapacaktır.

Çok sinirlendiğin zaman kendi kendine şunları söyle: " Bu insanı mahvedeceğim ama önce, kendime biraz daha düşünmek için 24 saat veriyorum "

İnsanların, her zaman için daha üstün düşünme kapasiteleri vardır. İnsanoğlu, atomu parçalayabilir, Mars'a füze de gönderebilir. Uygarlaşma ve akılcı davranma, mantığın, kıskançlık, güvensizlik ve teröre karşı geliştirdiği en önemli güçlerdir.

Bir gece, adamın biri, şehir dışında arabasını sürmektedir. Tekerlekleri tutan cıvatalar gevşer ve bir süre sonra da tekerleklerden biri çıkıverir. Araba yolun kenarına savrulur ve bir yere yuvarlanır. Çevrede ne bir ev, ne de bir ışık olduğundan, adam kaybolduğunu düşünür. Sonradan başını kaldırıp baktığında, çitleri ve üstündeki " Akıl Hastanesi " yazan tabelayı görürü. Çitlerin arkasında bir adam ona bakmaktadır.

"Her lastikten birer cıvatayı sök " der deli adam." Onları çıkan lastiği yeniden takmak için kullan. Her lastiği 3'er cıvata tutacaktır " diye devam eder.

"Bu harika bir fikir!" der kazazede " Peki bu kadar akıllıysan neden akıl hastanesindesin ki?"

"Deli olabilirim ama aptal değilim" diye cevap verir.

İşte bu hepimizin halidir. Aptal değiliz. Sadece deli olabiliriz...

Lea hemen hamile kalır ve arka arkaya Reuven'i, Şimon'u, Levi'yi ve Yuda'yı dünyaya getirir. En sonunda Yaakov'un 12 oğlu olur.