Hanuka ve Sanat

Sanat İçin Sanat

Acaba neden özellikle bazı sanatçılar dünyadaki en bencil kişilerdir? Pop yıldızlarının kaprisleri dillere destandır.

Tavan arasındaki odasına tıkılıp, etrafındaki, yenmemiş yemeklerden oluşan yığınlar arasında şaheserini yaratmakla meşgul olan yalnız ressamın cool görüntüsü, kullanılmaktan eskimiş bir klişedir. Bu kişilerin gösterdiği kabalık, sinir, kapris ve aksilik, hoşgörüyle karşılanmakla kalınmaz, aksine yeteneğin bir belirtisi olarak kabul edilir.

Henüz 15 yaşındaki gelecek vaad eden genç keman solistini gözyaşları içinde bıraktıktan sonra, elindeki batonu yere fırlatıp sahneyi terk eden bir maestronun görüntüsü, senfoni orkestrası konserlerinin devamlı izleyicileri için çok da yabancı değildir. 

Bir kişiyi "kendini prima donna[1] sanıyor" diye tanımladığımızda o kişi hakkındaki fikrimizden çok, prima donnalarda genel olarak görülen kabalık ve kendini beğenmişliği dile getiriyor değil miyiz? 

Sanatçılar neden böylesi dayanılmayacak derecede bencildirler? Ya biz; neden onların bu şekilde davranmalarını normal karşılarız? Dahası. Onların bu davranışlarına neden gayri resmi onayımızı veririz?  

Sanatçı, Tanrı'ya benzer. Bir sanatçı bembeyaz bir sayfayla başlar ve hiç yoktan bir evren yaratır. Dolayısıyla sanat, creatio ex nihilo - tamamen yoktan yaratma kavramına en yakın olgudur. Sanatçının evreni, tamamen yaratıcısının kaprisinde yatar. O çizebilir ve o silebilir. O şekillendirebilir ve o bozabilir. Dünyalar yaratabilir ve onları bir kalemde yok edebilir. Gökyüzü mavi olabilir - ya da gri. Bir sonraki notanın yükselmesine ya da alçalmasına karar verebilir. Ve tüm bunların bu şekilde olup olmayacağına kararı kim verecektir? Elbette ben... Sanatçı... 

Gerçek ve Güzellik

Tüm dünya tarihi boyunca her yönüyle sanatı simgeleyen tek bir ulus varsa o da tartışmasız Eski Yunanlılar'dır. Eski Yunanlılar oldukça edebi diller kullanarak, estetik, şiirsel, dramatik ve sanatın başka diğer alanlarında kitaplar ve başka eserler vermişlerdir. Sanatta her ulustan çok Yunanlılar'ın başarılı olmasının sebebi neydi?

Eski Yunanlılar'ın coşkulu sanat pınarı, ne bulundukları yerin coğrafyasına, ne de bireylerinin demografik ya da ırksal oluşumuna bağlıdır. Belki çok şaşırtıcı gelecektir ama kaynak Tora'dır: "Tanrı Yefet'i genişletsin; ama Şem'in çadırlarında barınsın" (Bereşit 9:27). Noah, en büyük oğlu Yefet'i işte bu sözlerle mübarek kılmıştı. Ancak güzellik, estetik ve entellektüel gelişimle ilgili bu berahanın amacına ulaşması için bir şart vardı: Yefet'in "Şem'in çadırlarında barınması". Noah neden böyle bir şart koşmuştur?

Yefet ismi, "Yafe - Güzel" sözcüğüyle bağlantılıdır. Yefet'in dördüncü oğlunun ismi Yavan'dır. Bu, Yunanistan'ın İbranice karşılığıdır.

Diğer yandan Bene-Yisrael Şem'in soyundan gelirler. Şem ismi "İsim" anlamındadır. Kutsal Dil olan İbranice'de, her isim, ait olduğu varlığın özünü yansıtır. Diğer tüm dillerde bir isim, kolaylık ve uygunluk sebebiyle verilir. Sözcüklerin anlamları, toplumun ihtiyacı doğrultusunda sürekli evrim geçirir. Kolaylık konusunda iyidir; fakat ait oldukları varlığın özünü yansıtmazlar. Oysa "Laşon Akodeş - Kutsal Dil"de her isim, varlığın manevi kökeniyle ilgili bilgi verir.

Yefet - Güzellik, estetik, sanat - ancak "Şem'in çadırlarında barındığı takdirde"; yani ismin özü yansıttığı yerde, varoluşun gerçekliğini ortaya çıkardığı oranda gerçek yerini bulabilir. Gerçeklik her zaman Güzel' dir. Fakat Güzellik her zaman gerçek olmayabilir. Zira Yefet, Şem tarafından temsil edilen Tora çadırlarından ayrıldığında, özün, anlamın, "Şem"in dünyasını ederek sadece kendisine yoğunlaştığında, o zaman sanat, narsizmden öteye gidemez. Yozlaşır ve yozlaştırır.

70 Kilitli Oda

Yeruşalayim ile Atina, Şem ile Yefet arasındaki ilişkiyi örnekleyen bazı anahtar niteliğinde olaylar, Kislev ve Tevet aylarında meydana gelmişlerdir. 25 Kislev tarihinde başlayan ve Tevet'in ilk günlerinde sona eren Hanuka bayramı, bunların en bilinenidir. Fakat bunun biraz ötesindeki, Yahudiler için oldukça kederli bir gün, Şem ve Yefet arasındaki simbiyotik ilişkinin başka bir yanını gözler önüne sermektedir.

8 Tevet tarihinde, dünyaya üç gün süren manevi bir karanlık çökmüştü. Helen Kral Ptolemy 70 Tora bilginini 70 ayrı odaya kilitlemiş, her birine Tora'yı Yunanca'ya çevirmelerini emretmişti. Özgürce kükreyen aslan kafese kilitlenmişti. Tüm varoluşun özü olan Tora, yabancı bir dilin sınırlarıyla hapsedilmişti. "Raftaki bir başka kitap" haline gelmişti. Dünyanın tüm halkları artık gelip "Ah evet. Sizin Toranızı biliyoruz. Bizim üniversitenin kütüphanesinde var. Tam orada... felsefe/din/yeniçağ bölümünde" diyecek hale gelmişlerdi.

Sanedrin üyelerinin yetmiş hücreye kapatılmasındaki sembolizm nedir? Bir hücre, çadıra benzer. Yunanlı Ptolemy, Yisrael'in Bilgeleri'ni alıp ayrı hücrelere kilitlediği zaman, "Şem, Yefet'in çadırında oturmaya mecbur edilmiş" oluyordu! Tora Yunanca'ya çevrildiği zaman, amaç onun akademinin salonlarında bir rafta yer almasıydı; Yefet'in çadırında; tıpkı diğer bir başka kitap gibi. Her şey tersine dönmüş; öz, şekle hizmet eder olmuştu. İç dünya, dış dünyanın esiri haline getirilmişti. Dünya baş aşağı edilmişti.

Tanrı İçin Sanat

Yunanlılar, soyları ve temsil ettikleri kültürler tarafından da dini sanat üretilecekti. Bu kültür Donatello, Michelangelo, Bach, Handel gibi dini ustalar çıkaracaktı. Fakat tüm olacak olan, dinin sanata hizmet etmesiydi - tersi değil. Din, sanatçının işvereni, hatta hammaddesi olacaktı - fakat Tanrı, ulaşmak için çabalanmayı gerektiren bir odak olmaktan uzak kalacaktı. Artık insanoğlu Tanrı'ya hizmet etmeyecekti. Artık insanın bazı manevi ihtiyaçlarını karşılamak, cevaplayamadığı sorulara kolay cevaplar bulmak, kısacası insanoğluna hizmet etmek için, Tanrı kullanılacaktı; üretilecekti! Yunanlı Ptolemy'nin, Yisrael'in Bilgeleri'ni hücrelere kilitlerken yaptığı budur. Doğal düzen, tersine dönmüştür.

Yunanlılar'ın bakışıyla bakıldığında, Tanrı, dünyanın merkezinde değildir. Merkezde insan vardır. İnsanın zekası, Tanrı'yı anlayabilme yeteneği, Tanrı'nın "limitlerini" belirler. Dolayısıyla sonuçta Tanrı yok olur. Zira insan için "ben bir şeyi düşünemiyorsam, o zaman o şey yoktur" şeklinde düşünmek en kolayıdır.

Gerçeğin Güzelliği

Yahudiler - Şem'in karakterini taşıyan ulus - tüm dünyaya, insanoğlunun zekasının Tanrı'yı ne kavrayabileceğini ne de sınırlayabileceğini haykırır. Tanrı, insanoğlunun çadırında barınmaz!

"Güzellik" için Yahudilik'in verdiği tanım, "özü açığa çıkaran" dır. Gerçekten güzel olan şey, insanoğlunun zekasıyla yarattığı boş kürenin ötesindeki gerçeklik hakkında ipucu veren şeydir.

İbranice'de "çirkin" anlamına gelen sözcük "Ahur"dur. Bu aynı zamanda "mat" anlamına gelir. Özü, "içteki gerçekliği" görmeyi engelleyen her türlü mat engel, ne kadar güzel görünürse görünsün, aslında çirkindir. Özü ifade etmeyen, onu gizleyen hiçbir şey, gerçekten güzel olamaz. İbranice'de "yüz/surat" anlamına gelen sözcük "Panim"dir ve bu sözcük aynı zamanda "Penim - İç" olarak da okunabilir. Bunun çok basit bir iması vardır: Bir insanın vücudunun dış yüzeyinde olup da, buna rağmen içini gerçekten yansıtan tek yeri "yüzü" dür. İnsanın yüzü, zekanın fizikselliğe üstün gelişini yansıtan tek yeridir.

Tam gerçeklik, insanoğlunun dimağının ötesindedir. Bu dünyanın güzelliğine baktığımızda, dünya bize içten içe, bunun ötesinde bir güzelliğin varlığını - tam bir gerçekliğin mevcudiyetini fısıldar. Gerçek sanatçı, varoluş karşısında duyduğu huşuyu alıp, onu notalara, renklere, sözcüklere ve şekillere çevirebilen kişidir. Sanat, insanoğlunun bir tiran gibi yönetimde olduğu bir dünya değildir. Gerçek sanat, bizim ötemizdeki dünyanın en etkileyici yansımasıdır. Hanuka'nın - Yahudilik ile Helenizm'in; Şem ile Yefet'in çatışmasını simgeleyen bayramın - en önemli derslerinden biri budur. İnsan için gerçekten güzel olan şey, özdür. Şekil ise, ancak özü yansıttığı derecede güzeldir.