Bu Hafta İçin Saatler

22 ADAR

Gelecek Hafta İçin Saatler

Şabat

Başlangıç

Bitiş

5784

Şabat

Başlangıç

Bitiş

Yeruşalayim

16:57

18:14

-----

Yeruşalayim

16:40

17:58

Tel Aviv

17:17

18:16

2 MART

Tel Aviv

16:59

18:00

İstanbul

18:41

19:22

2024

İstanbul

18:49

19:30

İzmir

18:44

19:35

İzmir

18:51

19:42

  Kİ TİSA- כי תשא
Aftara: Vayişlah Ahav

 

Peraşa Özeti
[www.chabad.org]
(Şemot 30:11-34:35)

Yisrael halkına, her kişinin yarım gümüş şekel ile Mişkan'a katkıda bulunması söylenir. Mişkan'daki su havuzu, meshetme yağı ve tütsüsü ile ilgili talimatlar verilmiştir. "Bilge yürekli" zanaatçılar Betsalel ve Aoliav, Mişkan'ın inşaatı ile görevlendirilirler ve halka Şabat'a uyması tekrar emredilir.

Moşe Sinay Dağı'ndan beklenen zamanda dönmeyince, halk altın bir buzağı yapar ve bazıları ona doğrudan tapar. Tanrı, doğru yoldan sapan ulusu yok etmeyi önerir; ancak Moşe, onlar için araya girer. Moşe dağdan inerken, üzerinde On Emir'in hak edilmiş olduğu Tanıklık Levhaları'nı taşımaktadır. Halkı putun etrafında dans ederken görünce, levhaları kırar, Altın Buzağı'yı öğütür ve başlıca suçluları ölümle cezalandırır. Sonra Tanrı'ya doğru döner ve şöyle der: "Eğer günahlarını bağışlarsan [çok iyi]. Yoksa lütfen beni yazmış olduğun Kitabın'dan sil!" (Şemot 32:32).

Tanrı affeder; ama halkın günahlarının birçok nesil süresince hissedileceğini söyler. Tanrı önce onlarla birlikle meleğini göndermeyi önerir; ama Moşe, Tanrı'nın, Erets-Yisrael'e giderken Halkı'na Bizzat eşlik etmesi için ısrar eder.

Moşe iki yeni levha hazırlar ve bir kez daha dağa tırmanır. Tanrı orada anlaşmayı bu İkinci Levhalar'a tekrar yazar. Dağda iken Moşe'ye İlahi Merhametin On Üç Niteliği hakkında bir vizyon da gösterilir. Geri döndüğünde Moşe'nin yüzü öylesine ışıldamaktadır ki, yüzünü bir maskeyle örtmek zorunda kalır. Bu maskeyi sadece Tanrı ile konuşurken ve halkına Tanrı'nın kanunlarını öğretirken çıkaracaktır.

Mİ-DRAŞ YİTSHAK
Rav İsak Alaluf

NEREYE KADAR

Yarım şekel: Ki-Tisa peraşası “mahatsit aşekel” dediğimiz yarım şekel verilmesi mitsvası ile başlar. Bu bağış aynı zamanda Bene Yisrael’i sayma amacına da hizmet eder. Midraş’a göre moşe başlangıçta bu emir anlamakta güçlük çeker ve Tanrı ona bu mitsvanın nasıl olduğunu ateşten bir örnekle gösterir. Tanrı’nın Moşe’ye ateşten bir medeni para göstermesinin nedeni hakkında oldukça fazla açıklama vardır. Bunlar içinde en bilinen olanı Paranın teşe benzemesi olarak gösterilebilir. Çünkü pekala Tanrı Moşe’ye bu parayı bir görüntü olarak da gösterebilirdi.

Hiçbir şey yapıcı amaçla kullanılan bir ateşten daha faydalı değildir. Ateşi yemeklerimizi pişirmek ve evlerimizi ısıtmak için kullanırız. Ateş metal, cam, plastik ve kauçuk yapımında kullanılır. Hayatımızda kullandığımız hemen hemen her şeyin ateşten yapıldığını söylemek abartı olmaz. Ateş, var olan en önemli ve faydalı doğa olaylarından biridir.

Ancak aynı zamanda ateşten daha tehlikeli ve yıkıcı olan çok az şey vardır. Ne yazık ki, çoğumuz yangının trajik, yıkıcı etkilerini çok iyi bilir. Ateş günlük yaşam için ne kadar yararlı ve hayati derecede önemliyse, aynı zamanda feci derecede yıkıcı bir potansiyele de sahiptir. 

Paranın gücü: Aynı şey para için de geçerlidir. Yahudilik paranın kötü olduğuna kabul etmez. Aksine parayı son derece yararlı ama bazen de potansiyel yıkıcı bir şey olarak görür. Tanrı bunu göstermek için, Moşe'ye ateşten yapılmış bir “yarım şekel gösterir. Elbette para bize refah ve rahatlık sağlar. Ancak hayatımızı sadece bu uğurda kazanmak amacıyla tüketmek umulmadık sıkıntılar da yaratabilir.

Yolculuk başlar birden: Paranın bazı şeylere neden olduğu açıktır. Bunlardan bir tanesi maddi gücün seyahat isteğini körüklemesidir. Toplum olarak seyahat etmeye meyilli kişileriz. Bu da bizim senede birkaç kere seyahat isteğini ön plana çıkarmamız anlamına gelmektedir. Bu bazen sıkıntı anlamına da gelebilir.

Bir Rabi birkaç sene önce eşi ile birlikte yirminci evlilik yıldönümlerini kutlamak için bir geziye çıkarlar. Kısa bir süre sonra da İsrael seyahati gelir.  Özellikle ikinci seyahatten sonra Rabi bir sonraki seyahatini düşlemeye başlar ve hayatının seyahat olmadan çok “sıkıcı” olduğunu düşünür. Tam bir gerilim yani.

Yeni evlenen bir çift heyecanla balayına çıkar. Daha çocukları olmadığından bunun üzerine bir İsrael seyahati de ekler. Kış gelir kayak yapmak için bir kayak merkezine seyahat derken bir sene içinde dört beş kere seyahat deneyimini yaşarlar. Bu deneyimi her zaman yaşayabileceklerini düşünüyorlarsa onları hayal kırıklıkları beklemektedir. Bu durumda o deneyimin keyfini ve heyecanını yaşatacak başka arayışlara yönelme gereğini hissetmeleri doğaldır. Çünkü beklenen bir heyecan olmazsa hayatın keyfini almak günden güne zorlaşabilir. İşte bu gerilim konusunda bizleri uyaran Rabilerimiz hayatımızı yaşarken dikkatli olmamızı önerirler.  

İsteklerimiz: Gemara Masehet Kiduşin 30/B’ye göre “yitsro şel adam mithadeş alav behold yom - kişinin kötü eğiliminin her gün ona karşı yenilendiğini” öğreniriz. Bu ifadenin basit anlamı, bir kişinin günahkâr eğilimlerinin hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmayacağı ve zaman zaman emirlere karşı gelmelerimizin olacağıdır. Bu öğreti aynı zamanda yeniliğe, heyecana karşı bir istek duyduğumuz anlamına da gelir. İnsani zayıflıklarımızdan biri, alıştığımız şeylerden sıkılma eğilimidir.

Nereye kadar: Çocuklarımızı her doğum gününde sözgelimi yemeğe götürdüğümüz zaman birkaç sene içinde bundan sıkılacakları kesindir. Benzer şekilde sinagoga gelmeleri için teşvik edici olduğumuz çocuklarımız veya gençlerimiz bir süre sonra bu alışkanlıktan da sıkılabileceklerdir. Devamlı olarak benzer yerlere seyahat etme fikri de insanlarımızı bir süre sonra sıkmaya başlar. Bu da hepimizi korkutabilecek bir soruyu sormamıza neden olur. “Nereye kadar?”

Psikoloji bize mutluluğun istikrar ve kendinde gelişme arasında hassas bir denge gerektirdiğini öğretir. Zaman zaman hayatımızda spontane, yeni ve heyecan verici şeylere ihtiyacımız var. Her gün aynı şeyi yaparsak, hayat tatsız ve sıkıcı olabilir. Bu nedenle kendimizi mutsuz hissederiz. Hayatımızda ara sıra özel şeyler yaşayarak bu özlemini tatmin etmeliyiz. Ama aynı zamanda istikrarlı, tutarlı bir rutine ihtiyacımız olduğu açıktır. Bir ailenin her zaman bavullarının kapıda olması, her zaman bir sonraki seyahat için hazırlık yapması sağlıklı değildir. Her zaman bir sonraki heyecan verici heyecanı beklemeden, olağan rutinimizde tatmin bulmak için istikrarımızın tadını çıkarabilmemiz gerekir.

Altın Buzağı’nın verdiği ders: Bu dengeyi sağlamanın zorluğu, peraşamızda okuduğumuz altın buzağı günahının trajedisine katkıda bulunan faktörlerden biridir. Bene Yisrael uzun bir süre bir tür "heyecan" içinde yaşamıştır. Mısır'da, Tanrı'nın onları köleleştiren Mısırlılara karşı mucizevi cezaların peş peşe gelmesini izlerler. Eski işkencecilerinin gecenin bir yarısı ülkeyi terk etmeleri için onlara yalvarmasını duyarlar, onlardan istedikleri tazminatı seve seve verdiklerini görürler.   Denizin geçebilmek için yarıldığını ve ardından suların Mısırlıların üzerine geri dönerek onları yok ettiğini izlerler. Sonra göklerden yiyecek olarak “man” ile mucizevi bir gezici kuyudan su içmeye başlarlar. Sinay Dağı'na geldiklerinde kimselere nasip olmayacak kadar özel bir şekilde Tora’nın verilişine şahitlik ederler. Bu olaydan sonra kırk gün boyunca sessiz ve heyecansız bir rutin yaşamı yaşamaya başlarlar.  

Birden bire Sinay dağı eteklerinde bu mucizeleri yaşadıkları Moşe’den yoksun ve yalnız kaldıklarını hissederler. Bu da onları altın buzağı günahını işlemeye itmeye başlar. İşte günümüzün sorunlarından biri de budur. Normal yaşantımızı sürdürerek yeni şeylere olan özlemimizi nasıl kontrol altına alabilmemiz mümkün olacaktır? “Hiduş” yani yeni bir şeye olan özlemimiz nasıl tatmin edilecektir?

İyi tarafları görmek: Çağımızda kaybettiğimiz şeylerden biri de çok çalışmanın, emek vermenin ve emeğimizin meyvesini görmenin verdiği tatmin ve mutluluğu görmektir. Her şeyin birkaç "tıklama" ile otomatik olarak gelmesini bekliyor ve sıkı çalışmanın iyi bir tarafını göremiyoruz.

Bu kadar çok insanın sürekli bir "aşırı heyecan" durumunda yaşamasının bir nedeni de budur. Çok çalışmanın gereksiz olduğunu varsayarak umutsuz ve çaresiz arayışlara girmeye çalışırlar. Ancak sıkı bir çalışma birçok zaman iyi ve ödüllendirendir. Bir işi üstlenmek ve onu takip ederek bir sonuca ulaşmak çok keyiflidir. Hayatımıza heyecan katmak için egzotik diyarlara seyahat etmeye gerek yoktur. Asıl yenilenme ve keyif günlük yaşantımızda, rutin aile yaşamı içindedir. Teilim “yegia kapeha ki tohel aşreha vetov lah – ellerinin işinin meyvesini yiyenler hem mutlu hem de iyidir” demektedir. Pirke Avot bunu yapan insanın bu dünyada mutlu olacağını gelecek dünya için de iyi bir yatırım getireceğini öğretmektedir.

Bugün insanlar meşgul olduklarından, programlarının tıka basa dolu olduğundan ve halletmeleri gereken çok şey olduğundan şikayet ederler. Ancak bir de farklı bir yönden bakmaya çalışalım: Yapacak çok işimizin olması aslında hayatımızın verimli ve anlamlı kılınması demektir. Çocuklarımız hem kendi ödevlerini yaparken bir yandan toplum için “hesed” çalışmaları yapsalar hiç de fena olmaz. Hele bir de ev işlerinde ebeveynlerine destek olmaları ne kadar güzeldir. Yapacak çok şeyin olması canlandırıcıdır. Bu durum hayatı tatmin edici ve keyifli kılar.

Aşer yatsar: Dinimizin en dâhiyane yönlerinden biri “aşer yatsar” berahasıdır. Bedensel işlevlerimizi yerine getirdikten sonra tuvaletten her çıktığımızda ezbere okuduğumuz beraha. Her gün birkaç kez, insan vücudunun harikalarını takdir etmek için bir an durmak gerekir. Anatomimizin sonsuz bilgeliğine, vücudumuzun çalıştığı her saniyede meydana gelen mucizeye genellikle dikkat etmeyiz. Ve böylece Bilgelerimiz, Tanrı'nın bedenlerimizi “behohma” yani anlaşılmaz bir bilgelikle yarattığı gerçeğini düşünmek için durduğumuz bu kutsamayı başlatır. Tuvaleti kullanmak bize insan vücudunun mucizesini, kendi kendine zararlı atık maddeleri nasıl dışarı attığını gösterir. Yahudilik bize küçük şeyleri takdir etmeyi, hayatın görünüşte küçük nimetlerinden bile heyecan duymayı ve onları önemsemeyi öğretir.

Geçmiş zaman olur ki: Bizim yaşta olanlar küçükken aldıkları hediyeleri bir anımsayabilirler mi? Sinagogta verilen bir şeker, çikolata veya kazanılan bir gazoz. Yazlık sinemalarda tüketilen çekirdekler ve susuzluğumuzu gideren meşrubatlar. Evet biz bunlarla büyüdük ve hiç de mutsuz olduğumuz söylenemez. Basit sevinçler ve heyecanlar hayatımıza öyle anlamlar katmıştır ki küçük şeylerden bile mutlu olmayı öğrenebildik. Bir sıkıntı veya mahrumiyet anında hayal kırıklığımız daha dengeli ve katlanabilir düzeyde oldu. Günümüzde ise çocuklarımız için yaptıklarımız akıl almaz. Çocuklarımız artık basit hediyelere göz ucu ile bile bakmıyor. Ancak bu çocuk büyüdükçe ve istekleri de arttıkça belli bir yaşa geldiğinde bunlara nasıl ulaşacak sorusu asla gündemden düşmez bir hal almakta. Paranın her şeyin çözümü gibi görünen çağımızda bu alışkanlığımızı değiştirme şansımız olabilecek midir?  

Unutmayalım kredi kartı her zaman evimize, hayatımıza eğlence ve heyecan getirmenin cevabı değildir. Biraz düşünce ve yaratıcılıkla, çocuklarımıza eğlence vermenin ve ara sıra ihtiyaç duydukları eğlenceyi cömert, pahalı heyecanlara başvurmadan sağlamanın yollarını bulabiliriz. Hatırlamamız gereken son bir şey de, harcayacak paranın olması, harcanması gerektiği anlamına gelmediğidir.

Bene Yisrael'den “mahatsit aşekel” Mişkan inşa edildiği süre zarfında istenmiştir. Her insan önce yapabildiği kadar “teruma” yapmak üzere davet edilmiş daha sonra herkesin aynı bağışı yapmaları emredilmiştir. Birlikte yapılacak bir tapınakta korbanlar için “eaşir lo yarbe veadal lo yamit” ilkesi işlenir. Bunun anlamı da dengeleyici bir bağıştır.  

Bu emir toplum yaşamı hakkında önemli bir mesaj gönderir. Zenginlik yanlış bir şey değildir ve elbette insan maddi imkanlarını kullanabilir. Ancak toplum hayatında “eşit”, standart, mali durumu ne olursa olsun işlerin genellikle herkes tarafından aynı şekilde yapıldığı alanlar olmalıdır. Toplumsal beklentileri kontrol altında tutmak adına ölçülü olmak büyük değer taşır. Bu genel bir düşünce tarzı olarak oturtulabilir. Bazen mutluluğun basit şeylerden gelmesi gerektiğinin hepimize öğretilebilmesi gereklidir.  
DİVRE TORA
Rav Selim Eskenazi

YÜZ YÜZE

Yisrael Milleti, Altın Buzağı günahını işledikten sonra, Tora aşağıdaki cümleleri yazmaktadır:

Moşe kendine ait çadırı alıp kendisi için kampın dışında, kamptan uzakta dikti ve ona "Oel Moed", "Toplanma Çadırı" adını verdi. Sonraları "Kol Mevakeş Aş-em", "Tanrı'yı Arayan Herkes", kampın dışındaki Toplanma Çadırı'na çıkacaktı. (33:7)

Tanrı, Moşe'ye "Panim el Panim", "Yüz Yüze" konuşurdu – tıpkı kişinin akranıyla konuştuğu gibi. Sonra Moşe kampa dönerdi, fakat Hizmetkarı Genç Yeouşa bin Nun, Çadır'ın içinden ayrılmazdı. (33:11)

Raşi, Midraş'taki şu açıklamayı getirir: "Moşe! Sen de öfkelisin, Ben de öfkeliyim. Öyleyse onları kim yakınlaştıracak?"

Midraş Şemot Raba 45,2'de şöyle yazar:

Başta, Moşe, Yisrael Milleti'ne öfkelendiği zaman, Akadoş Baruh U, Moşe'yi öfkesinden yatıştırıyordu, Akadoş Baruh öfkelendiği zaman da Moşe, O'nun öfkesini yatıştırıyordu, Pasukta söylediği gibi: "Tanrı, Moşe'ye "Panim el Panim" konuşurdu.

Akadoş Baruh U, Moşe'ye dedi ki: İki Surat da Kaynar Sular Döker mi? Ben sana böyle söylemedim mi? Ben Öfkelendiğim zaman, sen beni yatıştıracaksın, sen öfkelendiğin zaman Ben seni yatıştıracağım.

Moşe, O'nun Önünde dedi ki: "Ribon aOlam", "Dünyanın Efendisi", Önce Sen onların yaptıklarına Öfkelenmedin mi?

Tanrı der ki: Git ve "onların önünde öfken yatışsın", kampa geri dön.

Tabi ki burada bahsi geçen "Kaas", "Öfke" ifadesi Has ve Halila öylesine bir öfke olamaz, bu ifade, Yisrael Milleti'nin, Moşe Rabenu'nun tüm halka yansıttığı Ruhani Aydınlatmasından Yoksun kaldığını simgeler.

Raşi'nin " Sen de öfkelisin, Ben de öfkeliyim. Öyleyse onları kim yakınlaştıracak!", sözlerinden gördüğümüz gibi, insanoğluna bahşedilen tüm iyilik, Tanrı’ya yakınlaşmasından gelmektedir.

David aMeleh'in Teilim 73:28'de söylediği gibi "vaAni kirvat Elo-kim li tov", "Elo-kim'e yaklaşmak, benim için iyidir".

Öyleyse Moşe Rabenu öfkelendiği ve kampın dışına çıkıp halktan uzaklaştığı zamanda, kim Yisrael'i, Tanrı’ya yaklaştıracak!

Midraş Tanhuma'da söylediği gibi pasukta "Moşe'yi Arayan" herkes demiyor, "Tanrı’yı Arayan" herkes diyor.

Hahamlarımız buradan şöyle öğretir: Haham'ın Yüzünü karşılayan kişi, Şehina'nın Yüzünü karşılamış gibidir. Haham'ın Ruhanı Işığı'ndan aydınlanan kişi, Şehina'nın Işığı'ndan aydınlanmış gibidir.

Ve eğer Tanrı'ya yaklaşmak yoksa, Yisrael Milleti'ne iyilik nerden gelecektir?

Demek ki Alşeh aKadoş'un açıkladığı gibi, burada Moşe Rabenu'nun Tanrı ile yüz yüze konuşması, Moşe Rabenu'nun seviyesini ve yüceliğini göstermek için değil, Memnuniyet Suratı ile Öfke Suratı'nın karşılaştırılmasını göstermek içindir.

Ruhani Işığın Aydınlatmasının getirdiği pozitif etkileşim ile aydınlığın olmadığı yerdeki karanlığın yarattığı negatif etkileşimin karşılaştırılması...

Pirke Avot 1:15'de Mişna'nın sözlerindeki gibi "her insanı, güzel bir surat ile karşıla".

Karşına çıkan herkese, sana bahşedilmiş olan Ruhani Aydınlığından Işık tut.

"Tanrı, Moşe'ye "Panim el Panim", "Yüz Yüze" konuşurdu."

Gemara Berahot 63b'de bu pasuğu şu şekilde açıklamaktadır:

Akadoş Baruh U, Moşe'ye der ki, nasıl ki Ben, sana Tora'yı öğretirken güzel yüz gösterdiysem, sen de Tora'yı Yisrael Milleti'ne öğretirken güzel yüz göster ve çadırını kampın içine geri döndür.

Tanrı Yüz Işığı, öfkede olduğu zaman, Yisrael Milleti'ne Moşe'nin Yüz Işığı kalıyordu, ama ne zaman ki Moşe de öfkeleniyordu, Klal Yisrael'e başka ışık kalmıyordu.

Akadoş Baruh U, merhametiyle, Klal Yisrael'i ışıksız bırakmak istemediği için, Moşe'ye kampa geri dönmesini söyler.

Tora'nın Yetmiş Yüzü, Tora'nın Yetmiş Farklı Yoldan Ruhani Işığının Dünyaya yansıtılmasıdır.

David aMeleh Teilim'de şöyle diyor:

"İstarta Paneha, ayiti nival",

"Tandı, Suratını benden Gizlediğin zaman, korkardım."

Dünyada gelmiş geçmiş tüm sıkıntılar, Tanrı’nın Yüzünü saklamasından, Tanrı’nın Işığını açıkça yansıtmamasından oluşmuştur.

Tora'nın Alınışında da Erets Yisrael'e girilip Bet aMikdaş'lar ayakta durduğu zamanlarda da, Giluy Panim, Tanrı’nn Yüzünün Açığa Çıktığı, Tanrı’nın Işığının açıkça yansıdığı zamanlardı.

Bet aMikdaş kuruluna kadar, bahsi geçen Suratın Gizlenmesi devam edeceği için, Kurtuluş gelene kadar Tora'nın ve Haham'ların Yüzlerinin Işığı, tüm dünyayı aydınlatacaktır.

GÜNLÜK YAŞAMDAN
(Kaynak: Rabilerin öğretilerinden)
Rav İzak Peres

Savaş veya acil durumlarda bir kişi Şabat günü bile iletişim araçlarını kullanmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda bu kişi cep telefonu ile sinagoga gelebilir mi?

Böyle durumlarda kişi telefonunun yanında olabilir ve mesajları görebilir. Ancak minyana katılması telefonunu beraberinde taşımasını gerektirecekse evinde Tefila söylemesi daha doğru olur. Çünkü hayat kurtarma meselesi anlıktır telefonun devamlı  taşınması ile ilgili değildir. 

YETMİŞ İKİ’ DEN SEÇMELER
(Rav Palaçi’nin 72 kitabı olduğu kabul edilir.)
Rav İsak Alaluf

Geçtiğimiz hafta fakirlere bayramlarda yardım konusunu işlerken paylaştığımız öğretiye bir de “Hayim LeRoş” kitabından da örnek vermek istedik. Bu kitabında da konuya değinen Rabi Hayim Palaçi (Z’Ts’K’L’) Agada’da söylenen “her isteyen gelsin ve yesin” ifadesinin sözde kalmaması gerektiğini öğretir. Buradan “lo amidraş u aikar ella amaase – esas olan öğretiden ziyade eylemdir” ilkesine gönderme yapan Rabi Pesah bayramının merhamet barındırdığını ve yaratılanlara merhamet edenin merhamet bulacağı ilkesinden hareket etmenin anlamlı olduğunu paylaşır. Pesah sözcüğünün sayısal değerinin “kemah – un” sözcüğü ile aynı olduğunu belirten Rabi, “yehalek – paylaşmak” sözcüğünün de aynı değere yani yüz kırk sekiz sayısına işaret ettiğini öğretir.

HAFTANIN SÖZÜ

"Mizah, silahsız insanların silahıdır. Baskı altındaki insanların kendilerine acı veren durumlara gülümsemelerine yardımcı olur.” (Simon Wisenthal)