Yazdır

Kol nidreYom Kipur’un başlangıcında söylenen Kal Nidre duası, etrafı gizemle sarılmış bir muammadır; dini düşüncenin oluşturmuş olduğu belki de en tuhaf metindir bu. Her şeyden önce, bu aslında bir dua değildir. Bir itiraf metni de değildir. Neder adı verilen sözel taahhütlerin iptal edilmesini amaçlayan, kuru, kanuni bir formüldür. Aramca yazılmıştır. Tanrı’dan bahsetmemektedir. İbadetin bir parçası değildir. Ve nesiller boyunca alaha otoriteleri tarafından onaylanmamış veya en azından sorgulanmış bir metindir.

Kal Nidre’yi ilk duyduğumuz dönem sekizinci asırdır. Henüz o dönemde Rav Natronay Gaon’un muhalefetiyle karşılaşmıştır ve kendisi, asırlar boyunca bu metni sorunlu bulmuş olan çok sayıdaki Hahamın ilkidir. Rav Natronay Gaon’un görüşüne göre, kişi bütün bir cemaatin nederlerini bu şekilde iptal edemez. Böyle bir şey mümkün olsaydı bile bunu yapmamak gerekir, çünkü bu, insanların nederleri hafife almasına yol açabilir. Üstelik, Yom Kipur’dan on gün önce, Roş Aşana arifesi sabahında zaten nederlerin iptali için bir prosedür gerçekleştirilmiştir. Bu, Talmud’da (Nedarim 2b) açıkça bahsi geçen bir prosedürdür. Buna karşılık, Yom Kipur’da neder iptaline dair herhangi bir bahis yoktur.

Raşi’nin torunu Rabenu Tam, Kal Nidre’nin temsil ettiği türden bir neder iptalinin geriye dönük olamayacağını öne sürme konusunda özellikle ısrarcıydı. Ona göre bu uygulama, önceden bulunulmuş taahhütlerin iptalini sağlayamaz. Yalnızca gelecekteki taahhütler için bir ön sınırlama olarak kullanabilir. Buna bağlı olarak Rabenu Tam Kal Nidre metnini, geçen yıldan bugüne kadarki nederleri değil, bu yıldan gelecek yıla kadar bulunulacak nederleri kapsayacak şekilde değiştirmekte ısrar etmişti.

Ancak, belki de bu sebeple, Kal Nidre, Yahudi olmayanların düşmanlığını uyandırmıştır. Onlara göre bu uygulama, Yahudilerin, verdikleri sözleri onurlandırmakla yükümlü olmadıklarını hissettiklerini göstermekteydi, zira taahhütlerini yılın en kutsal gecesinde hükümsüz kılmaktaydılar. Kal Nidre’nin yalnızca Tanrı ile aramızdaki taahhütler için geçerli olduğu, bizimle diğer insan kardeşlerimiz arasındaki taahhütler için geçerli olmadığı kendilerine tekrar tekrar vurgulanarak açıklanmaktaydı, ama nafile. Ortaçağ boyunca ve bazı yerlerde on sekizinci yüzyıla kadar, karşı tarafın Yahudi olmadığı davalarda Yahudiler, bu endişe nedeniyle More Judaica adı verilen özel bir yemin etmeye zorlanmışlardır.

Sonuç olarak, Kal Nidre söylememek için toplumsal ve alahasal sebepler vardı; ama yine de bu uygulama tüm şüphelere ve endişelere rağmen ayakta kalmıştır. Kal Nidre, bu kutsal günün huşu ve vakarının mükemmel bir ifadesi olagelmiştir. Hiç azalmayan gücü, karşısındaki tüm bariz açıklamalara üstün gelmektedir. Bir şekilde, gerek Yahudi tarihinde gerekse de Yahudi ruhunun içsel nabzında kendisinden daha büyük bir şeye işaret ediyor gibi görünmektedir.

Bazı tarihçiler Kal Nidre’nin, dokunaklı niteliğini, Ortaçağ’da çeşitli yerlerde ve bunlar içindeki en dikkat çekici yerler olarak on dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda İspanya ve Portekiz’de vuku bulmuş olan, gerek Hıristiyanlık gerekse de İslam yönlü din değiştirmeye zorlama olgusundan almış olduğunu öne sürmüşlerdir. Yahudilere bir tercih sunulmaktaydı: dininizi değiştirin veya zulme katlanın. Bazen: dininizi değiştirin veya buradan kovulun. Hatta bazı zamanlarda: dininizi değiştirin veya ölün. Bazı Yahudiler gerçekten de dinlerini değiştirmişti. Bu gruplar İbranicede anusim (cebir altında hareket etmiş olanlar) terimiyle bilinir. İspanyolcada bu gruplar conversos veya aşağılayıcı bir terimle marranos (domuzlar) diye anılırdı.

Bunların birçoğu gizliden gizliye Yahudi olarak kalmıştı ve yılda bir kez, Yom Kipur gecesinde, başka bir seçenekleri olmadığı yönündeki mücbir gerekçelerle başka bir inancı benimsemek üzere dile getirmiş oldukları taahhütlerden serbest kılınma arayışı içinde, gizlice sinagogun yolunu tutarlardı. Onlar için sinagoga gelmek, eve dönmek gibiydi ki bu da teşuvanın kökündeki anlamdır.

Bu hipotez hakkında bazı bariz sorunlar vardır. Öncelikle, Kal Nidre, zorla din değiştirme çağından birkaç asır önce de mevcuttu. Bu nedenle tarihçi Joseph S. Bloch, Kal Nidre’nin, Vizigot İspanya’sındaki Yahudilere karşı bundan çok daha öncelere dayanan Hıristiyan zulmü döneminde başladığı önermesinde bulunmuştur. Bu zulüm, 613 yılında Sisebur’un, 1492’deki İspanya’dan kovuluştan önce davranarak, tüm Yahudilerin ya din değiştirmesi ya da kovulması gerektiğine dair bir hüküm çıkarmasıyla başlamıştı. Ancak öyle de olsa, conversos gruplarının Yahudiliği pratikte uygularken yakalanma riskini almış olmaları pek olası değildir. Şayet Engizisyon’un yürürlükte olduğu asırlar süresince bunu yapmış olsalardı, işkence, mahkeme ve ölüm riskini almış olurlardı. Dahası, Kal Nidre metni, din değiştirme, geri dönüş, kimlik veya kefaret konularına imayla dahi olsa herhangi bir atıfta bulunmamaktadır. Sadece nederlerin iptal edilmesinden ibarettir. Dolayısıyla söz konusu teoriler, bu şekilleriyle tatmin edici değildir.

Ancak belki de Kal Nidre’nin, orijinleri Hahamlarımızın Ki Tisa peraşası hakkındaki çarpıcı bir açıklamasında yer alan, tamamen farklı bir önemi vardır. Peraşayla Yom Kipur arasındaki bağlantı şöyledir: Tanrı’nın Sinay Dağı’nda açığa çıkışının altı haftadan biraz az bir süre sonrasında Bene-Yisrael, bir Altın Buzağı yaparak, affedilmez bir günah gibi görünen bir eylemde bulunmuşlardı. Moşe halk adına af dilemek için tekrar tekrar dua etmiş ve nihayet bu affı güvenceye aldıktan sonra, halkın günahı karşısında öfkeyle paramparça etmiş olduğu ilk levhaların yerini alacak ikinci levhalarla On Tişri tarihinde Sinay Dağı’ndan inmişti. On Tişri tarihi daha sonra, Bene-Yisrael’in Moşe’yi yeni levhalarla görüp affedildiklerini anladıkları o anın anısına Yom Kipur, yani kefaret günü olmuştu.

Tora’da kaydedildikleri şekliyle Moşe’nin duaları oldukça cüretkârdır. Ama Midraş onları daha da gözü pek hale getirmektedir. Moşe’nin duasını açan metin, İbranice Vayhal Moşe sözcükleriyle başlar (Şemot 32:11). Normalde bu ifade “Moşe [Tanrı’ya] yalvardı, yakardı, [O’ndan] istirham etti veya [O’nu] teskin etmeye çalıştı” şeklinde çevrilir. Ancak aynı fiil, bir nederin iptal edilmesi veya ihlal edilmesi bağlamında da kullanılmaktadır (Bamidbar 30:3). Buna dayanarak Hahamlarımız gerçekten de dikkat çekici bir açıklama öne sürmüşlerdir:

       [Vayhal Moşe ifadesi] “Moşe, Tanrı’yı nederinden muaf kıldı” [anlamına gelir.] Bene-Yisrael Altın Buzağı’yı yaptıkları zaman, Moşe, Tanrı’yı onları bağışlamaya ikna etmeye çalışmıştı, ama Tanrı “Ben daha önce, her kim A-Şem’den başka herhangi bir ilaha kurban yaparsa cezalandırılmalıdır (Şemot 22:19) şeklinde bir ant içtim. Söylediğimi geri alamam” dedi. Moşe şöyle cevap verdi: “Ey Evrenin Efendisi, Sen bana yeminleri geçersiz kılma gücünü verdin, çünkü Sen bana, ant içen bir kişinin, sözünü ihlal edemeyeceğini, ama bir Tora otoritesinin onu muaf kılabileceğini öğrettin. Burada Seni, nederinden muaf kılıyorum” (Şemot Raba 43:4’ten özetlenmiştir).

Hahamlarımıza göre, Yom Kipur’un dayandığı baştaki Tanrısal af eylemi, bir nederin hükümsüz kılınmasıyla – Moşe’nin, Tanrı’nın nederini hükümsüz kılmasıyla – mümkün olmuştur. Hahamlarımız “Böylece A-Şem, Halkı’na yapmaktan bahsettiği kötülükten insafa geldi” (Şemot 32:14) pasuğunu, Tanrı’nın, bulunduğu nederle ilgili olarak pişmanlık ifade ettiği şeklinde anlamışlardır – ki bu pişmanlık da bir nederin iptal edilebilmesinin ön koşuludur.

Acaba Tanrı, halkı günahı nedeniyle cezalandırma kararlılığından neden pişmanlık duymuş olabilir?

Buna, başka bir Midraş, marjinallik açısından öncekine denk bir cevap vermektedir. Teilim’in 61. parçasının ilk sözcüğü la-mnatseah şeklindedir. Teilim’de bu sözcük geçtiği zaman genellikle “Orkestra şefine veya koro şefine” anlamına gelir. Ancak Hahamlarımız bunu, Tanrı’yı kastederek “Muzaffer Olan’a” anlamında açıklamışlar ve şu çarpıcı tefsiri eklemişlerdir:

    Mağlup edilme peşindeki Muzaffer Olan’a; pasukta söylendiği gibi (Yeşayau 57:16): “Onları ebediyen suçlamayacağım, sonsuza dek öfkeli kalmayacağım, çünkü o zaman Ben’den dolayı güçsüz kalırlardı – yaratmış olduğum insanların ta kendileri.” Bunu böyle okuma, “Mağlup edilmek için suçlayacağım” [diye oku.] Nasıl? Şöyle dedi Kutsal Olan, Mübarek’tir O, “Galip geldiğim zaman, kaybederim; ve mağlup olduğum zaman, kazanırım. Tufan neslini mağlup ettim, ama dünyamı harap ettiğim için kaybetmedim mi? Pasukta söylendiği gibi (Bereşit 7:23): “Toprağın yüzeyindeki her canlı silindi.” Aynısı Babil Kulesi nesli ve Sedom halkı ile de meydana geldi. Ama (Beni, yok etmeye yemin etmiş olduğum Bene-Yisrael’i affetmeye ikna ederek) Beni mağlup eden Moşe’nin günlerinde, Yisrael’i yok etmemekle kazançlı çıktım.

Tanrı, bağışlayıcılığının, yargısına üstün gelmesini ister, çünkü katı yargı insanlığı incitir ve insanlık, Tanrı’nın yarattığı eser olmanın yanında O’nun suretini de taşır. İşte bu sebeple Tanrı, bulunduğu neder nedeniyle pişmanlık duymuş ve Moşe’nin onu hükümsüz kılmasına izin vermiştir. Ve bu nedenle Kal Nidre de sahip olduğu güce sahiptir. Çünkü Bene-Yisrael’in hem en ağır günahını – Altın Buzağı günahını – hem de Moşe’nin her sene yıldönümü Yom Kipur olan 10 Tişri tarihinde yeni levhalarla dağdan inmesiyle tamamlanmış olan bağışlanmalarını hatırlatır. Af, Moşe’nin, Hahamlarımız tarafından bir neder iptali olarak anlaşılmış olan cüretkâr duasının sonucuydu. Dolayısıyla, nederlerin iptaline yönelik bir formül olan Kal Nidre’nin amacı da budur.

Kal Nidre’nin gücü, dayatılmış din değişikliğinden çok, Ki Tisa peraşasında tarif edildiği üzere, Moşe’nin Tanrı’nın huzurunda durarak halk için bağışlanma elde ettiği anın yeniden hatıra getirilmesiyle ilgilidir: bu, tüm halkın, günahlarının ağırlığına rağmen affedildiği ilk örnekti. Yom Kipur’da Musaf duası sırasında ikinci Yom Kipur’u – Vayikra 16’da açıklandığı üzere, Koen Gadol Aaron’un ibadetini – ayrıntılı bir şekilde tarif ederiz. Ama Kal Nidre’de, Moşe’nin Tanrı’nın nederini iptal ettiği ve Tanrı’nın, şefkatinin yargısına üstün gelmesine izin verdiği – ki tüm Tanrısal bağışlayıcılığın temeli budur – ilk Yom Kipur’u hatırlarız.


Her zaman sözlerimizi yerine getirmeye gayret etmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Eğer sözümüzü tutmazsak, sonunda özgürlüğümüzü yitiririz. Ama adalet ve bağışlayıcılık arasında bir tercih hakkı tanındığında, bağışlayıcılığı seçin. Affettiğimiz zaman, affedilmeyi hak eder, hakkında pişmanlık duyduğumuz bir geçmişten, daha iyi bir geleceği inşa etmek üzere özgür kılınırız.

 

Rav Jonathan Sacks’ın Ki Tisa 5780 peraşasının yorumundan alınmıştır.