Haftanın Peraşası BülteniAaron'a,Menora'nın kandillerini yakması emredilir ve Levi kabilesi, Mişkan'da hizmet etmek üzere göreve atanır...

Bu Hafta İçin Saatler

19 SİVAN

Gelecek Hafta İçin Saatler

Şabat

Başlangıç

Bitiş

5778

Şabat

Başlangıç

Bitiş

Yeruşalayim

19:04

20:21

-----

Yeruşalayim

19:08

20:25

Tel Aviv

19:21

20:24

2 HAZİRAN

Tel Aviv

19:25

20:28

İstanbul

20:15

20:56

2018

İstanbul

20:19

21:01

İzmir

20:09

20:59

İzmir

20:13

21:03

BEAALOTEHA- בהעלותך



Peraşa Özetİ
[www.chabad.org]
(Bamidbar 8:1-12:16)

 


Aaron'a, Menora'nın kandillerini yakması emredilir ve Levi kabilesi, Mişkan'da hizmet etmek üzere göreve atanır. Manevi açıdan saf olmadıkları için Pesah korbanını zamanında getiremeyen bir grup Yahudi'nin "Bu mitsvadan neden mahrum kalalım?" ricasına cevaben ikinci bir Pesah korbanı (Pesah Şeni) tesis edilir.

Tanrı, Bene-Yisrael'in çölde yolculuk ederken ve kamp kurarken uyacakları düzen hakkında Moşe'ye talimat verir. Halk yaklaşık bir yıl boyunca kamp kurduğu Sinay Dağı'ndan bu düzenle ayrılır.

Halk "gökten yağan ekmek" (Man) konusunda memnuniyetsizdir ve Moşe'den kendilerine et temin etmesini ister. Moşe, halkı yönetme yükünü kendisiyle paylaşmaları için, ruhu ile aydınlattığı yetmiş yaşlı kişi seçer. Miryam, Moşe hakkında olumsuz konuşur ve cüzamla cezalandırılır; Moşe onun iyileşmesi için dua eder ve bütün halk yedi gün boyunca Miryam'ın iyileşmesini bekler.

AFTARA
Rav İsak Alaluf
RONİ VESİMHİ

 

Zeharya peygamberin iki ile dördüncü bölümünden pasukların okunduğu bu Aftara aslında Hanuka bayramının da Aftara parçasıdır. Peraşamız Menora yakma mitsvası ile başladığından Aftara bağlantıyı burada kurmaktadır. İkinci Bet Amikdaş’ın inşa sürecinde peygamber olayları mistik ve heyecanlı bir dille aktarmaktadır.

HAFTANIN SÖZÜ

 

“Sen kimsin ey büyük dağ. Zerubavel önünde ovaya dönüşeceksin.” (Zeharya 4/7)

Mİ-DRAŞ YİTSHAK
Rav İsak Alaluf
BEN KENDİM İÇİN DEĞİLSEM…

 

Bamidbar peraşasında açıkladığımız kimlik, birey ve toplum konusuna farklı bir yönden bakmaya çalışacağız.

Önceki açıklamamızla birey, toplum, kimlik, farklılık gibi konulara değinmeye çalışmıştık. Kimliğimizin bir ölçüde başkalarına bağlı olmakla beraber bir ölçüde kendimizden kaynaklanır.  Bu açıklamamızda, eylemlerimizin de kimliğimizin birer bileşeni olup olmadığını öğrenmeye çalışacağız. İlk açıklamamızda, Pirke Avot’ta ilk perek içindeki 14. Mişna’nın bir kısmına yer vermiştik. İllel Azaken’in bu Mişna’sını yeniden hatırlamaya çalışalım. “İllel şöyle derdi: Eğer ben kendim için değilsem, kim benim için? Ve ben kendim için olduğumda, neyim ben? Ve eğer şimdi değilse, ne zaman?”

Bu Mişna üç koşul cümlesi ve üç önemli cevap içermektedir. İlk koşul kişinin tamamen kendisi ile ilgilidir.  “Eğer ben kendim için değilsem kim benim için?” Ribi Nisim Behar (Z’’L) çevirmiş ve derlemiş olduğu ve İzmir’de Pirke Avot zamanında kaynak olarak kullanılan Pirke Avot kitabında bu koşulu “eğer ben kendim için ilgilenmezsem kim benim için ilgilenebilir” şeklinde açıklamaktadır.  Başka şeylerin yanında, bu koşul biraz da davranışlara bağlı olarak  “Eğer ben kendimi ve huylarımı düzeltmezsem, kendimi daha iyi bir insan haline gelecek şekilde iyileştirmezsem, bunu benim için kim yapacaktır?” demektedir. Şimdi Rambam’ın bu konu hakkındaki açıklamasına bakacağız.

“RaMBaM şöyle demektedir: ‘Eğer ben kendi ruhumu erdemler için uyandırmazsam onu kim uyandıracaktır? Zira beni dışarıdan uyandıracak kimsem yoktur… Ruhumu hangi yöne istersem o yöne meylettirme iradem olduğuna göre, iyi eylemler içinde hangi eylemi yaptım?’ Sanki kendisini önemsizleştiriyormuş gibi ‘Neyim ben?’ demektedir. Başka bir deyişle: ‘Hangi şey benden geldi? Zira bu konuyu biliyor olmama rağmen, mükemmel olmuş değilim ben.’”

RaMBaM’a göre kimliğimizin oluşmasından kim sorumludur sorusuna yanıt vermeye çalışalım:

Rambam’ın sözlerine göre “beni dışarıdan uyandıracak kimsem yoktur”. Kimse bana yardım edemez ve özellikle de benim yerimi alamaz. Kimse benim için sorumluluk almayacaktır – bunu yalnızca ben yapabilirim. Kimse benim eylemlerimi affettirmeyecektir. Yalnızca ben. “Eğer ben kendim için değilsem – kim benim için?” Eylemlerimden ben sorumluyum ve kendimi inşa etmek, kimliğimi ve kişiliğimi şekillendirmek benim yükümlülüğümdür. Ama bu kimlik ve bu şekillendirme işi fiiliyatta, bizim yaptığımız eylemlerle ifade bulur. Belirli bir simaya benzemeye çalışabiliriz, çevremizi aldatmayı ve sanki başka bir dünyaya, başka bir gruba aitmişiz gibi görünmeyi deneyebiliriz. Ama fiilen yaptığımız eylemler gerçek yüzümüzü açığa çıkaracaktır. 

Rabi Ovadya de Bartenura bu ilk koşulu farklı şekilde açıklamaktadır: “Eğer ben kendim için hak kazanmazsam kim benim için hak kazanacaktır.” Rabi Ovadya de Bartenura’ya göre İllel, Rambam’ın görüşüne paralel olarak, kişinin şahsen yaptığı eylemlerle liyakat kazanmasını kastetmektedir. Kısacası, “ben”i tanımak gerekmektedir. Bu da, kendim için, eylemlerim için, hayatta yaptığım tercihler için sorumluluk almak anlamına gelir. Eylemlerimiz, kimliğimizi inşa eder.

Şimdi de Mişna açıklaması konusunda çok iyi bilinen Rabi Pinhas Kehati’nin yazdıklarına bakacağız.

“Eğer ben kendim için değilsem” – eğer ben kendi yanlışlarımı düzeltmek ve eksiklerimi tamamlamak için gerekeni yapmazsam; “kim benim için?” – benim için bunun gereğini kim yapacak ve beni kim düzeltecek?... “Ve eğer şimdi değilse” – eğer yapmam gerekeni şimdi yapmazsam, “ne zaman?” – bunu ne zaman yapacağım? Öyle ya, geçen her an bir daha geri gelmeyecektir. Ve hâlâ yükümlülüklerimi yerine getirebilmem için yeteri kadar zamanım olup olmayacağını kim bilebilir?”

Daha önce hiçbir zaman olmamış ve bundan sonra da hiçbir zaman olmayacak anlar vardır. Ve bu nedenle hazırlık yapmak, daima hazır olmak gerekmektedir. Kendimizi öyle bir şekilde inşa etmeliyiz ki, doğru an geldiğinde kendimizi harekete geçirip, o anda her ne yapmamız gerekiyorsa yapabilmeliyiz. 

Sonuç olarak bizi biz yapan şeylerden biri de kendi tarzımızla yaptığımız eylemlerdir. Yaptıklarımız bizim gerçekte kim olduğumuzu ifade eder ve kişiliğimiz de herkesin gözleri önünde bu şekilde açığa çıkar. Sonuç olarak, eylemlerimizin, kişiliğimizin çok anlamlı bir bileşeni olduğunu söylemek mümkündür. Bu peraşadaki isyanlar da o zamanki Bene Yisrael hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır.

DİVRE TORA
Rav İzak Peres
Sonsuz Bağlılık

 

Tora’da yazılana göre Tanrı, Moşe’ye Aharon’a Menora’yı nasıl yakması gerektiği konusunda bilgi vermesini söylemiştir. ‘ Ve Aharon öyle yaptı… Tanrı’nın Moşe’ye emrettiği gibi.’ (Bamidbar) Raşi’nin yorumuna göre Tora burada, Tanrı’nın direktiflerinin dışına çıkmadığı için Aharon’u övmektedir.

Fakat kimse bunun aksini düşünür müydü? Aharon’un Tanrı’nın direktiflerini herhangi bir şekilde değiştirdiğine dair şüphe duyar mıydı? Tabii ki duymazdı.

Bu yüzden, bir eleştirmen Raşi’nin sözlerine şu psikolojik açıklamayı getirmiştir.

Bir işe büyük bir hevesle başlamak insan doğasında vardır. Fakat zamanla bu şevk söner. Bir süre sonra, kişi işini bağlılıktan ziyade görev icabı yapmaya başlar. Fakat Aharon’un durumu böyle değildi. Aharon,  Mişkan’daki görevine büyük bir hevesle başlamış ve bu şevkini hizmet ettiği seneler boyunca muhafaza etmiştir. İşte Raşi’nin bize anlatmak istediği budur.

Acı ama gerçek. Yaptığımız pek çok işe o kadar alıştık ki artık o işleri mekanik bir şekilde, hiçbir şey hissetmeden yapar hale geldik. Maalesef bu sebeple tefilalarımız da Tanrı’yla diyaloğa geçmek yerine İbraniceyi pratik ettiğimiz okuma alıştırmalarına dönüştü. Yine aynı sebepten, Şabatları, ruhen zenginleşmek yerine uyuyarak geçirdiğimiz bir gün halini aldı. Bu mitzvalara hak ettikleri sadakati göstererek yapmıyoruz maalesef.

‘Sadakat olmadan yapılan dualar, ruhsuz bir vücuda benzer.’ (Yeşuot Meşilo)

Belki sadakatimizi ve bağlılığımızı muhafaza etmenin yollarından bir tanesi bu mitzvaları yaparak Tanrı’nın isteğini yerine getirdiğimizi unutmamaktır. Tora’nın emirlerini sadece bir ödül almak için yerine getirmemeliyiz. Çünkü ödülümüzü hemen alamazsak, hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Onun yerine, Mitzvaları Aharon ve Moşe’nin yaptıkları sebeple yapmalıyız, Tanrı istediği için.

Bu şekilde davranan bir başka kişi de Vilna Gaon’du. Sukot için kusursuz Etrog ve Lulavlar bulmasıyla tanınırdı. Bunları bulmaları için sürekli haberciler gönderilirdi fakat onlar da boş elle dönerlerdi. Sonunda bir haberci, mükemmel bir etrog ve lulav bulduğu haberi ile geri dönmüştür. Maalesef ki bunlar bir başkasına aittir ve o kişi de bunları satmaya yanaşmamaktadır. Ancak adam bunların Vilna Gaon tarafından kullanılacağını öğrenince fikrini değiştirir ve satmaya karar verir. ‘ Bir şartla bunları satmayı kabul ederim. Vilna Gaon bunları kullandığında Mitzva yaptığım için ödüllendirileceğim.’ der.

Vilna Gaon bunu duyduğunda gülümser. ‘Olayları bu şekilde düzenlediği için Tanrı’ya müteşekkirim. Sonunda onun emirlerinden birini ödüllendirilmeden yerine getirmiş olacağım. Bir şeyi de sadece O’na hizmet edebilmek adına yapmış olacağım.’ Der.

Ben Azay şöyle der: ‘Mitzvah yapmanın ödülü başka bir mitzvadır. Günah işlemenin ödülü ise başka bir günahtır.’ (Avot 4:2)

GENÇ NESİLDEN ÖĞRENİYORUZ
Beri Bahar

 

Ehal Akodeş’i açıp Tora’yı alacağımız zamanki ettiğimiz dualarda bu haftaki peraşadan bir pasuk söyleriz. “Vayi binsoa aaron… - Sandık yola çıktığında Moşe “Kalk ey Aşem! Düşmanların dağılsınlar! Sen’den nefret edenler önünden kaçsınlar!” derdi.” Bamidbar 10:35. Acaba neden bu pasuğu okuruz?

Rabi Yosef Hayim Sonnefeld, bu soruyu bir Yeşiva’nın onuruna cevaplamıştır. “Ne zaman birisi zaman harcamaya değer bir Tora kuruluşu kurmak veya öğrenimi için planlar yapsa, her zaman onu durdurmaya çalışacak kişiler olacaktır. Bunun için, Tora’yı dışarı çıkartırken Tanrı’ya Tora’nın düşmanlarını dağıtmasını ve onların sorun çıkarmalarını engellemesi için bu duayı ederiz.”

Tora bir Yahudi’nin yaşam kaynağıdır. Düşmanlarımız bilir ki, eğer bizi Tora öğreniminden uzak tutarlarsa, aklımızı çelip bizi ele geçirebilirler. Bu yüzden, Yahudilerin devamlılığı ve güçlülüğü için, Tora’nın öğrenilmesi ve eğitilmesi için elimizden gelenin en iyisini yapmamız lazımdır. Hangi Yahudi lider ki Tora öğrenimiyle ilgili olan çocuklar için veya büyükler için olan Tora öğrenimi kurumlarını veya Tora öğrenimi için çabalayanları desteklemez, Hayatta kalmamız için çok önemli olan temel prensipten yoksundur!

ÇOCUK PERAŞASI

 

Tanrı: "Mişkan'daki menora her gün temizlenmelidir. Bunu bir Koen yapmalıdır. Her akşam menora yakılmalıdır." dedi. Çölde iken Moşe'nin kardeşi Aaron, menora'yı her gün temizledi ve yaktı. Çölde Pesah öncesiydi. Bazı adamlar: "Moşe, biz tame'yiz (manen kirli)! Bu yüzden Tanrı’ya korban Pesah getiremeyiz. Ama bu mistva'yı kaçırmak istemiyoruz!" dediler.

Tanrı Moşe'ye: "Onlara bir ay sonra korban Pesah getirmelerini söyle. O zaman temiz olacaklar!" dedi. Adamlar çok sevindiler. Tanrı: "Bu bir din'dir (kanun): Tame olan bir kişi temizlenmelidir. Korban Pesah'ı bir ay sonra getirebilir. O günün adı 'Pesah şeni / İkinci Pesah' olacaktır." dedi. Çöldeki Koanim'in iki gümüş trompet çalması gerekiyordu. İsrailoğulları yeni bir yere yolculuk etmeden önce Koanim üç ses çıkarırdı.

Tekiya - uzun bir ses
Sonra terua - birçok kısa ses

Sonra tekiya - yine uzun bir ses
Bazen koanim tek bir uzun tekiya sesi çıkarırdı.
Bunun anlamı tüm İsrailoğulları'nın Mişkan'a gelmesi gerektiği idi. Moşe onlarla konuşmak istiyordu.
İsrailoğulları'nın çöldeki yolculukları şöyle gelişirdi:

Tanrı'nın bulutu Mişkan'ın üzerinde dururdu. Bazen bulut aniden yükselirdi. O zaman İsrailoğulları, Tanrı'nın onların yolculuk etmelerini istediğini anlarlardı. Eşyalarını toplarlardı. Leviim Mişkan'ı toplardı. Bulut hareket ederdi. İsrailoğulları'na yolu gösterirdi. Bulutu izlerlerdi. Aniden bulut dururdu. "Burada duruyoruz!" derdi İsrailoğulları. O yerde bazen uzun bir süre kalırlardı, bazen de çok kısa bir süre...  İsrailoğulları "Biz her zaman Tanrı'yı dinleriz." derdi. Yitro, Moşe'nın karısı Tsipora'nın babasıydı. İsrailoğulları ile birlikte çölde idi. Moşe ona: "Yakında Erets Yisrael'de olacağız." dedi.
Yitro: "Ben Midıan'a eve gitmek istiyorum!" dedi.
"Lütfen gitme," diye yalvardı Moşe. "Bizimle birlikte Erets Yisrael'e gel! Orada sana kendi tarlanı veremeyiz ama yeterli yiyeceğinin olmasını sağlarız."

Yitro: "Üzgünüm. Gelemem. Ama oğullarım sizinle Erets Yisrael'e gidecek." dedi.
İsrailoğulları'ndan bazıları yakındılar. "Hep man yemekten çok sıkıldık! (Man'ın ne olduğunu hatırlıyor musunuz? )
"Biz et yemek istiyoruz!"
Tanrı kızmıştı. Man öyle lezzetliydi ki!
"Size et vereceğim. Ama yakınanları cezalandıracağım!" dedi. Çok sayıda Slav-kuşu gökten aşağı doğru uçtu. İsrailoğulları onları pişirdi. Etleri çok lezzetliydi. Ama Tanrı birçok İsrailoğlu'nu o eti yemekten ötürü hasta etti.
Miryam Aaron'a: "Kardeşimiz Moşe'nin yanlış bir şey yaptığını duydum! Artık karısı Tsipora ile birlikte yaşamıyor!" dedi.
Miryam Moşe hakkında laşon ara (kötü şeyler) konuştu. Aslında Moşe'ye yardım etmek istiyordu. Onun karısına geri dönmesini istiyordu. Ama Tanrı Miryam'ı cezalandırdı. Cildi aniden beyaz tsara'as (cüzzam) benekleriyle doldu. Moşe onun için dua etti. Bir hafta sonra Allah Miryam'ı iyileştirdi.

BİR HİKAYE
HAYATIN TADI

 

İkiz kız kardeşi birbirinden ayırmak hiç kolay değildi. Karen'in de, Reysi'nin de kızıla çalan sarı saçları, büyük mavi gözleri ve çilleri vardı. Aynı şekilde yürüyorlar, aynı tip kıyafetleri giyiniyorlar hatta aynı şekilde hapşırıyorlardı!

Ama onlarla konuşmaya başladığınız zaman, kimin kim olduğunu anlamakta hiç zorlanmazdınız. Karen'e nasıl olduğunu sorduğunuzda, size gülümser ve "Çok iyiyim!" derdi ve gerçekten de Karen'in o gün keyifli olduğunu anlayabilirdiniz. 
Reysi ise her zaman "Daha iyi olabilirdi..." derdi cevap olarak. 
Karen, havanın parlaklığından, yağmurun veya güneşin ne kadar güzel olduğundan bahsederken; Reysi için hava ya çok sıcak ya da çok soğuk olurdu. 
Bir Pazar günü, bütün aile, yakınlardaki bir göl kıyısına piknik yapmaya gitti. İki kız kardeş, patikayı takip ederek göl kıyısına doğru yürümeye başladılar. Yoldayken yabani çiçeklerin bulunduğu bir yere geldiler. "Reysi, şu güzel çiçeklerin kokusunu alabiliyor musun?! Yaklaşsana" diye sevinçle seslendi Karen kız kardeşine. 
"Hayır teşekkür ederim. Kesin dikenleri vardır bu çiçeklerin" diye cevap verdi Reysi. 
Bir süre sonra, anneleri onları öğle yemeğine çağırdı. Karen, açık havada her şeyin nasıl da lezzetli olacağını düşünmeden edemiyordu. Reysi ise gölge bir yer bulmak ve yiyeceğine konmamaları için sinekleri sağa sola savuşturmakla meşguldü. 
En sonunda, eve dönme zamanı geldi. İkizler, aile arabasının arka koltuğunda beraberce oturuyorlardı. Karen, Reysi'ye gülümsedi ve "Ne kadar güzel bir gündü değil mi?" dedi. Reysi'nin onu onaylamasını beklerken, gözyaşlarına boğulduğunu görünce şaşkına öndü. "Neyin var Reysi?" diye sordu Karen. 
Reysi gözyaşlarını eliyle silmeye çalışıyordu: "İşte bunu bir türlü anlayamıyorum" diye burnunu çekti. "Ben bu kadar sıkılırken sen nasıl bu kadar harika zaman geçirebiliyorsun?"
Karen kız kardeşinin gözlerine baktı. "Dinle kardeşim" dedi anlayışlı bir gülümsemeyle "Senin ve benim hayatlarımız tıpatıp aynı ama ikimiz de farklı dünyalarda yaşıyoruz. "
"Ne demek istiyorsun?" dedi Reysi. 
"Yani anne babalarımız aynı, görünüşümüz aynı, aynı okula gidiyoruz ve arkadaşlarımız da aynı öyle değil mi?"
Reysi başını salladı. 
Karen devam etti: "Ama farkımız, benim her şeyde doğru olanı aramam, senin ise yanlış olanları bulmaya çalışman. Haydi gel yüzleşelim. Hiç bir şey ve hiç kimse mükemmel değildir. Ama her şeyin içinde bir parça iyi vardır. Yapman gereken, sadece onu aramak. Bunu yaparsan ve şikayet etmemeye çalışırsan, hayat mükemmel bir hale gelir."
Bu sözler Reysi'nin ilgisini çekmişti ama kafası da biraz karışmıştı. "Ama bunu nasıl yapacağım?" diye sordu. 
Karen güldü: "Çok kolay! Haydi hayatın hakkındaki tek bir güzel şeyi bana söylemekle başla". Reysi bir dakika düşündü ve " Hayatımdaki en güzel şeylerden biri, tabii ki senin gibi bir kız kardeşim olması!" dedi.