Lütfen Peraşa Kağıtlarını Dua Sırasında Okumayınız

               Bu Hafta İçin Saatler              

   5 Ocak

Gelecek Hafta İçin Saatler

Şabat

Başlangıç

Bitiş

2008

Şabat

Başlangıç

Bitiş

Yeruşalayim

4:13

5:28

-----

Yeruşalayim

4:19

5:34

Tel Aviv

4:27

5:30

27 Tevet

Tel Aviv

4:33

5:35

İstanbul

4:36

5:16

5768

İstanbul

4:43

5:23

V A E R A

 Hatırlatmalar:

 

ü 8 Ocak Salı: Roş Hodeş Şevat

 

 

Bu HP  .....'nin aziz ruhuna ithaf edilmiştir.

 

 

Peraşa Özeti (Şemot 6:2-9:35)

[www.chabad.org]

 

Tanrı, Moşe ile temasa geçer. "Dört kurtuluş sözü" ile, Bene-Yisrael'i Mısır'ın yükü altından çıkaracağına ve Mısırlılar'ın köleleştirici işlerinden serbest kılacağına, büyük bir güç gösterisi ve sert yargılar eşliğinde Yahudiler'i özgürlüğe kavuşturacağına ve Sinay dağında onları Kendisi'ne Halk olarak alacağına söz verir. Bunun ertesinde Tanrı, Bene-Yisrael'i, Avraam, Yitshak ve Yaakov'a söz vermiş olduğu Ülke'ye getirip burayı onlara ebedi bir miras olarak vereceğini bildirir.

 

Moşe ve Aaron tekrar tekrar Paro'nun huzuruna çıkıp, Tanrı adına "Halkımı salıver ki Bana ibadet edebilsinler" talebinde bulunurlar. Fakat Paro da tekrar tekrar reddeder. Aaron'un asası bir yılana döner ve Mısırlı büyücülerin sihir asalarını yutar. Tanrı bunun ertesinde Mısırlılar'a bir dizi bela gönderir.

 

Nil'in suları kana dönüşür, ülkeyi kurbağalar istila eder, insan ve hayvanlar bitlerin saldırısına uğrar. Vahşi hayvan sürüleri şehirlere doluşur, bir salgın hastalık evcil hayvanları telef eder, Mısırlılar'ın vücutları, acı veren çıbanlarla kaplanır. Yedinci belada göklerden buz ve ateşin bir arada bulunduğu yıkıcı bir dolu yağar. Buna karşın Paro'nun inadı sürer ve Tanrı'nın daha önce Moşe'ye bildirmiş olduğu üzere, Bene-Yisrael'i salıvermeyi reddeder.

 

DEVAR TORA

["Legacy" / Rabi Naftali Reich - www.torah.org]

 

Sürgünle Uzlaşmak

 

Karanlık bir zindanda sürekli gözlerini kapalı tutan bir siyasi bir tutukluya dair bir hikâye anlatılır. Bu adam ne zaman bir şeye ihtiyacı olsa, gözlerini açmadan onu el yordamı ile bulmaktadır. Bir keresinde, hapishanedeki bir arkadaşı sorar: "Neden gözlerini açmıyorsun? Onları bir süre açık tutarsan, karanlığa alışırlar ve birazcık olsun görebilirsin."

 

"İşte sebep, tam olarak bu," diye cevap verdi mahpus. "Bu yere alışmak istemiyorum. Karanlıkta yaşadığımı hiçbir zaman unutmak istemiyorum."

 

Herhangi bir ters durumun getirebileceği en ciddi tehlikelerden biri durumu kabullenip kendimizi ona teslim etmektir. Bu nedenle, kurtuluşa doğru ilk adım, zulüm görenlerin, mantıklarını tersine çevirmeleri, umudu tekrar uyandırmaları ve özgürlüğe özlem duymalarıdır.

 

Bu haftaki peraşada, Tanrı, Bene-Yisrael'i Mısır'dan çıkaracağını söylerken meşhur "dört kurtuluş sözü"nü kullanır. Bunların ilki şudur: "Sizi Mısır'ın yükü altından çıkaracağım" (Şemot 6:6). Bazı otoritelere göre "yük[ler]" anlamına gelen Sivlot sözcüğü aynı zamanda "tahammül etme" şeklinde de anlaşılabilir. O zaman pasuk şöyle de okunabilir: "Sizi Mısır'a tahammül etmekten kurtaracağım". Bene-Yisrael sürgüne "tahammül etmeyi" ve onu "hoş görmeyi" öğrenmişlerdi. Manevi gelişimden ve insanlık onurundan yoksun bir hayata alışmışlardı. Daha önceki hayatlarının doğaüstü özelliklerini bile düşünemeden, sadece anı yaşıyorlardı.

 

Dolayısıyla Tanrı önemli bir vaatte bulunmaktadır: Her şeyden önce onları sarsıp bu uyku halinden çıkaracak ve onlara özgürlük ruhu ile enerji verecekti; bu şekilde, halk artık karanlığa tahammül etmeyi bırakacaktı. Bene-Yisrael'in ruhları canlanacak ve daha önceki özlemlerini geri kazanacaklardı. Artık birer köle değil, zincire vurulmuş "özgür" insanlar olacaklardı. Bu, kurtuluşlarının ilk adımı olacaktı; aksi takdirde, sonsuza dek efendisiz köleler olarak kalacaklardı. Bu olduktan sonra, ikinci aşamaya geçilebilirdi. Tanrı bu zincirleri de kıracak, Bene-Yisrael'i hayal edilemeyen yüksekliklere çıkaracaktı.

 

Tanrı'ya şükür, günümüzün sürgününde artık fiziksel olarak köle değiliz, ama özgür olma arzusundan büyük çapta yoksunuz. Manevi duyularımız körleşmiş durumdadır ve sürgün acısına karşı bağışıklık kazanmış bir yaşam sürüyoruz. Dahası, bundan memnunuz da. Günümüz toplumunun sunduğu konforların tadını çıkardığımız müddetçe, kendimizi tekrar inşa edilmiş bir Bet-Amikdaş'a sahip, bütün Yahudiler'in beraber uyum içinde ve manevi mutlulukla yaşadığı ütopik bir Erets-Yisrael'den yoksun hissetmiyoruz. Bu, uzun zamandan beri süregelen sürgün nedeniyle bağışıklık kazandığımız bir mahrumiyettir, ama yine de çok büyük bir mahrumiyet olduğu kesindir.

 

Bazı istisnalar haricinde her gece dindar kişiler tarafından okunan ve Bet-Amikdaş'ın yokluğu nedeniyle ağıtlar içeren Tikun Hatsot adlı bir dua vardır. Büyük bir Haham evinden uzakta, bir Yahudi'nin işlettiği bir handa kalıyordu. Gece yarısından sonra Tikun Hatsot'u söylemek için oturdu. Okuduğu sözler onu o kadar etkilemişti ki, kendini tutamayıp hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı.

Hancı koşarak bilgenin yanına geldi.  "Rabi, Rabi ne oldu? Neden ağlıyorsun?"

"Bet-Amikdaş yıkıldığı için ağlıyorum," dedi Haham. "Ah, keşke Maşiah gelse de, hepimizi bu sürgünden kurtarsa! Böyle bir günü arzu etmiyor musun?"

Hancı huzursuz oldu. "Peki ya benim hanım ne olacak? Ya benim keçilerim ve tavuklarım? Onları terk etmem mi gerekecek?"

"Keçilerin! Tavukların! Onları unut. Bizi Erets-Yisrael'de bekleyen muhteşem hayatı düşün!"

"Eee... sana doğrusunu söylemek gerekirse, ben burada çok iyiyim, Rabi. Her şeyi değiştirmek istediğimden pek emin değilim."

"Ama bu çevrede çok serseri insanlar var. Tahmin ediyorum ki seni sırf Yahudi olduğun için aşağılıyorlar, geceleri de gelip tavuklarını çalıp kaçıyorlardır. Bundan kurtulmak istemez miydin?" Haham, hancının kurtuluşu arzu etmesi için, onu özendirmenin yolunu arıyordu.

Bir an kaşlarını çatan, sonra hemen yüzü aydınlanan hancı "Evet haklısın!" dedi.  "Bir fikrim var, Rabi! Bütün bu serserileri Erets-Yisrael'e yollayalım, o zaman burada barış içinde yaşayabiliriz. Bu güzel bir kurtuluş olurdu!"

 

Ne kadar rahat olursak olalım, içinde yaşadığımız dünyanın mükemmelden uzak olduğunun farkına varmalıyız. Kendi küçük ve rahat yuvalarımızda sahip olduklarımızın ötesine bakmaya ve eksik olanları görmeye ihtiyacımız vardır. Evet, hepimiz bir hayal dünyası arzu ediyoruz, ama ilk önce maneviyat taşımayan bir rüyanın gerçekleşmeyeceğini takdir etmeliyiz. Bu kurtuluşu, ancak bu değerlendirme koşuluyla gerçekten arzu edebiliriz. Ve ancak gerçek bir özlemle, bunu başarmayı umut edebiliriz.

 

İKİLEM

Bu kısımda bazı ikilemler ve sorular sunacağız. Bunları Şabat masasında ailece tartışma konusunun bir parçası yapabilirsiniz. Peraşa broşürünün sonunda bu soruya Yahudilik'in gözüyle verilebilecek bir cevabı bulabilirsiniz.

 

Sınıfını rahatsız etmekten suçlu bir öğrenciyi, ceza olarak, kendisinden küçük kardeşinin bulunduğu bir alt sınıfa düşürme kararı alındı. Bu tür bir disiplin cezası kabul edilebilir mi?

 

DEVAR TORA

[Rabi Eli Mansour - www.dailyhalacha.com]

 

İncitici Konuşmadan Sakınmak

 

Vaera peraşasında Tanrı'nın Mısır'a gönderdiği on belayı okumaya başlarız. Bunların ilki kan belasıdır. Bunun başlamasından önce, Tanrı, Aaron'a asasıyla nehre vurmasını ve böylece nehrin kana dönüşeceğini söyler. Hahamlarımız'a göre, Tanrı, nehre Moşe'nin vurmasını istemiyordu, çünkü kendisi bebekken nehir onu korumuştu ve bir anlamda Moşe'nin nehre minnet borcu vardı. Hatırlanacağı üzere Moşe bebekken, annesi onu bir sepete yerleştirmiş ve onu öldürmeye gelen yetkililerden kurtarmak için sepeti nehre bırakmıştı. Bu nedenle, Moşe'nin hayatı tehlikede iken onu koruyan suları vurması uygun değildi. Bu da, bize minnettarlığın ve bize yapılan iyilikleri takdir etmenin önemini gösterir. O kadar ki, bize bir şekilde hizmet eden veya yardım eden cansız varlıklara bile kendimizi borçlu hissetmeliyiz.

 

Hâlbuki peraşanın daha önceki bir aşamasında, yine, Moşe'nin değil de Aaron'un görevlendirildiği başka bir örneğe tanık oluyoruz. Orada Tanrı, Moşe ile Aaron'un, Paro'nun karşısına çıkmalarını ve Aaron'un, asasını yere atmasını, bunu yapınca asanın yılana dönüşeceğini söylemektedir. Peki, bunu neden Moşe değil de Aaron yapmıştır? Moşe'nin herhangi bir asaya karşı minnettarlık borcu yoktur! O zaman, Tanrı neden bunu Moşe'nin yapmasını emretmemiştir de Aaron'u görevlendirmiştir?

 

Bunun cevabı geçen haftaki peraşa Şemot'ta kaydedilen bir olayda ortaya çıkar.  Tanrı, yanan çalılığın içinden Moşe'ye konuşup, ona Mısır'a gitmesini ve Bene-Yisrael'i kurtarmasını emrettiği zaman, Moşe ilk önce reddetmişti, çünkü Bene-Yisrael'in, onun Tanrı tarafından gönderildiğine inanmayacaklarını ve bu nedenle onu bir lider olarak kabul etmeyeceklerini iddia ediyordu. O zaman Tanrı, Moşe ile konuştuğunu kanıtlaması için, ona asasını Bene-Yisrael'in önünde fırlatmasını ve onun bir yılana dönüşeceğini söyledi. Hahamlarımız bize, "yılanın" Laşon Ara [başkaları hakkında olumsuz "ya da" zarar verebilecek şekilde konuşmak] günahının başlıca simgesi olduğunu öğretirler. Yılan kurbanlarına zehrini sokmaktan hiçbir çıkar sağlamadığı gibi, Laşon Ara yapan kişi de, başkaları hakkında kötü konuşmaktan hiçbir çıkar elde etmez. Tanrı, Moşe'nin Bene-Yisrael'e karşı haksız bir suçlamada bulunması üzerine asayı bir yılana dönüştürmesini emretmiştir. Bu da, Moşe'nin Bene-Yisrael hakkında uygunsuz konuştuğunun, Tanrı'nın Halkı'nı inançtan yoksun olmakla suçlarken yanıldığının bir belirtisiydi.

 

Bu nedenle, bu mucizeyi Paro'nun önünde gerçekleştirme zamanı geldiğinde, asayı yılana dönüştürme görevi Moşe'den ziyade, özellikle Aaron'a verilmiştir. Alaha'ya göre bir insana geçmiş günahlarını ve hatalarını hatırlatmak yasaktır; çünkü bu onda gereksiz bir utanç ve sıkıntı yaratacaktır. Moşe, Tanrı'nın ona vermeye çalıştığı dersi öğrenmişti ve Bene-Yisrael'i yanlış yere suçlamış olmaktan pişman olmuştu. Bu nedenle, aynı hareketi tekrar yapması söylenseydi, diğer bir deyişle, asayı yere fırlatıp bir yılana dönüştürmesi istenseydi, bu ona daha önceki hatasını hatırlatmış olacaktı. Tanrı, Moşe'yi geçmişte yapmış olduğu hataları anımsamaktan doğan utançtan ve sıkıntıdan kurtarmak için, asayı Paro'nun önünde yere fırlatıp yılana dönüştürmeyi ona değil, Aaron'a emretmiştir.

 

Tabii ki bu bize, başkaları ile konuşurken ne kadar duyarlı olmamız ve en ufak bir olumsuz duyguya neden olabilecek bir sözü söylemekten ne kadar sakınmamız gerektiğini öğretir. Sözlerimizi dikkatlice tartmamız ve "benim başkalarına konuştuğum şekilde bir başkası bana konuşsaydı ne hissederdim?" diye düşünmemiz gerekir. Ağzımızı açmadan önce, Tanrı affetsin, karşımızdakini küçük düşürüp üzmektense, söylediklerimizin onu mutlu edeceğinden emin olmalıyız. Ve söylenecek olumsuz ve incitici bir şeyimiz varsa, onu hiç söylememek daha iyidir.

 

MİTSVA / UYGULAMA / MAase

[Rabi Şemuel Holstein - www.komemiut.org]

 

 

Mitsva: Kaşer kuş ve dört ayaklı hayvanlarını yemek istiyorsak onları öncelikle Şehita ile kesmemiz, Tora'nın "yap" şeklindeki bir emridir. Pasukta söylendiği gibi: "Sana emrettiğim şekilde ... sığırından ve davarından [hayvanları, Şehita yöntemi ile] keseceksin" (Devarim 12).

 

Uygulama: Şehita kurallarının hepsi "Alaha Lemoşe Misinay - Sinay'dan Moşe'ye [verilmiş ve yazılı Tora'da ne açıkça yazılı olan ne de geleneksel yöntemlerle türetilebilen bir] Alaha" sınıfındadır. Çok fazla ayrıntı içerdiğinden ve Şehita belli bir ustalık gerektirdiğinden, sadece bu kuralları bildiğinden emin olunan ve Hahambaşılık tarafından sınavdan geçirilip yetki belgesi verilmiş Şohetler tarafından kesilmiş etler yemeye dikkat edilmelidir.

 

Şehita, gereken eğitimi almış ve sınavlardan geçirilmiş, Şehita ve Terefot (=bir yıldan fazla yaşamasına elvermeyecek yara ve lezyonlara sahip hayvanlar) kanunlarını çok iyi bilen ve yetkili bir merci tarafından yetkilendirilmiş, Tanrı korkusuna sahip herhangi bir Yahudi tarafından yapılabilir.

 

Şohet, kesimden önce "... Al Aşehita - Emirleriyle bizi kutsal kılan ve bize Şehita emrini veren Sen, Tanrımız, Mübareksin" berahasını söyler. Kullanacağı bıçak küt ve son derece keskin olmalıdır. Bu keskinlik sağdan soldan ve üstten tırnak ve et geçirilerek kontrol edilir ve en ufak pürüz hissedilmemelidir. Bu şekilde bıçak küt olduğu için ona batmayacak, en ufak pürüz de olmadığı için, ette en basit yırtılma bile olmayacak, sonuçta hayvan kesildiğinde hiçbir acı hissetmeyecektir.

 

Maase: Çernobil'li Rabi Nahum sürekli olarak köy köy, kasaba kasaba dolaşıp tsedaka için para toplardı. Geldiği her yerde, düzeltilmesi gereken şeyler olup olmadığını da kontrol eder, bazı yerlerde tefila, bazı yerlerde ölçü ve tartıların uygunluğu vs. konularında halka eğitim verirdi. Ama gittiği her yerde önemle yaptığı bir şey vardı: Şohet'in bıçağının gerçekten uygun olup olmadığı.

 

Bir keresinde geldiği kasabada, yine Şohet'i çağırdı ve tefiladan sonra bıçağını görmek istediğini söyledi. Şohet, bıçağı almak için evine koştu ve yoldayken, bıçağı ne olur ne olmaz diye tekrar bilemek geldi aklına. Ancak eve gelip bıçağı bilemek üzere eline aldığında içinden şöyle geçirdi: "Şimdi bir adam gelip benden hayvanını kesmemi istese, bıçağı bileyecek değilim. Olduğu gibi kullanıp keseceğim. Yani, benim açımdan, bu bıçak keskin ve Tanrı'nın Gözü'nde yeterli. Öyleyse Rabi Nahum'dan çekinecek neyim var?". Böylece bıçağı bilemeden sinagoga geldi. Tefiladan sonra bıçağı Rabi Nahum'a verdi ama Rabi Nahum bıçağa en ufak bir bakış bile atmadan "Gerek yok" dedi. "Eğer bu bıçak Tanrı'nın gözünde iyiyse, o zaman benim gözümde de iyidir."

 

İKİLEME CEVAP

[Rabi Mendel Weinbach / gatewaysonline.com]

 

Birisini herkesin önünde utandırmak, Talmud'daki Hahamlarımız tarafından, utandırılan kişide yol açtığı zarar açısından cinayetle eşit tutulmuştur. Şüphesiz, hiçbir öğretmen veya müdür, bir öğrenciyi, ortaya çıkardığı bir soruna bakmaksızın, "öldürmeyi" düşünmez. Aynı şekilde, öğrencinin terbiye edileceği yöntemi seçerken olağanüstü dikkatli olunması gerekir. Talmud'da birisini utandırmanın, toplumdan uzaklaşmaktan tutun, hayattan uzaklaşmaya kadar giden korkunç etkilerini doğrulayan olaylar bulunmaktadır.

 

Bu sorunu çözerken, daha fazla çaba göstermekte isteksiz olan bir öğrenciyi cesaretlendirmek için gururu kullanmak mümkündür. Talmud'da (Baba Metsia 85a) genç ve isyankâr bir adamın, Rabi Yeuda Anasi tarafından büyük bir Tora öğretmeninin denetimi altına sokulduğu ve ona "Rabi" unvanı verildiği anlatılır. Bir müddet sonra, genç adam çalışmalarını terk edip, günahkâr hayatına geri dönmek istediğini ifade eder. Öğretmeni ona şunu hatırlatır: "Sana bilglik bahşedildi. Sahip olduğun ‘Rabi' unvanına altın bir şeref tacı eşlik edecek ve sen hâlâ eski utanç dolu hayatına dönmekten mi söz ediyorsun?!"

 

Bir öğrencinin onur arzusuna yapılan bu çağrı, sorunlu gençte istenen etkiyi yaratmış ve kendisini saygıdeğer bir bilgeye dönüştürmüştür. Her yetenekli öğretmenin, öğrencilerini, utanç yerine onurla motive etmek için kullandığı değişik yöntemleri vardır. Bu şekilde, her eğitimcinin arzu ettiği sonuca ulaşılabilir.

 

YAHUDİ EVİNİN TEMELLERİ

[Dini Uygulama Rehberi - Rabi Nisim Behar]

 

Mezonot Berahası Kuralları

 

1.             Pirinç, mısır, kuş yeminden mamul yemekler bütün veya ezilmiş ve şekillerini kaybetmiş olsalar bile, yenildiklerinde Bore Mine Mezonot, yemekten sonra da Bore Nefaşot berahası söylenir. Tabii ki bu şart Seuda (öğün) dışında ekmeksiz yenildiklerinde geçerlidir.

2.            

111

 
Makarna ve mamulleri, şehriye gibi yiyecekler, su, yağ, süt tereyağı gibi maddelerle pişirilirse bile, yemekten önce Mezonot berahası, yemekten sonra, Al Amihya  berahası söylenir.

3.             Pat Abaa Bekisnin (bisküvi, kek...), çay, süt, kahve ve benzeri şeylerle ıslatılıp yenirse, önce berahasız olarak Netila yapılır. Sonra içecekle Şeakol berahası söylenir, arkadan da Pat Abaa Bekisnin'le Mezonot berahası söylenir.

4.             Hamurlu bir yiyeceğin "ekmek" olması için yoğrulup fırına verilmesi gereklidir. Bu ikisinden biri eksikse, yani, yoğrulmazsa veya fırına verilmezse, sadece pişirilip kızartılmışsa buna artık "ekmek" değil "Maase Kedera - Hamur İşi" adı verilir. Bu şekilde yapılmış yiyecekler, örneğin yufka, Bimuelo ve benzeri şeyler yenmeden önce Mezonot, yendikten sonra da Al Amihya berahası söylenir. Bu tip şeyler yenip doyulsa bile, yemekten sonra Al Amihya berahası söylenir. Fakat hamur kızartıldıktan sonra fırına verilirse ekmek gibidir; Netila ve Amotsi yapılır; yemekten sonra da Birkat Amazon söylemek gereklidir.

 

Haftanın Sözü

[Elie Wiesel]

 

Umut barış gibidir. Tanrı'dan beklememiz gereken değil, sadece birbirimize verebileceğimiz bir hediyedir.

 

Haftanın Peraşası'nı, t  e  b  e  r  r  u  d  a     b  u  l  u  n  a  r  a  k, ölmüşlerinin ruhuna veya hasta bir yakınının şifasına ithaf etmek isteyenlerin,

 ilgililer (050 - 538 41 30) ile temasa geçmeleri rica olunur.

Peraşa kağıtları Tora ile ilgili yazılar içerdiğinden çöpe atılmamalıdır.

Lütfen Geniza'ya getiriniz.