İsrael Devleti

Britanyalılar eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yeni Arap ülkeleri oluştururken Yahudilere verdikleri sözleri art arda bozdu. Üstelik, Arap isyan ve baskıları yüzünden Holokost'tan kaçan Yahudilerin İsrail toprağına girişini de engellediler.

Holokost'un tam kapsamı ortaya çıktığında ve sağ kalan binlerce kişi sığınmacı kamplarına kapatıldığında bile Britanyalılar boyun eğmeyi reddetti.

Britanyalıların en berbat eylemlerinden biri, Kraliyet Donanması'nın 1947 yılında Akdeniz'de yolunu kestiği 4.500 Yahudi'nin bulunduğu sığınmacı gemisi Exodus ile ilgilidir. Gemi Hayfa limanına Britanya refakati altında getirildi; Holokost'tan sağ kalanlar orada zorla başka bir gemiye aktarıldı ve gemi Fransa üzerinden Almanya'ya geri döndü.

O zamanlar özel bir BM komitesinin -Filistin için özel komite ya da UNSCOP adlı- Yahudi bağlantısı olan Abba Eban, Hayfa'ya giderek Britanyalıların Yahudilere karşı vahşetine tanık olmaları için BM temsilcilerini ikna etti.

Tarihçi Martin Gilbert, Israel: A Historı (İsrail: Bir Tarih) adlı eserinde orada olanlar konusunda Eban'ın anlatısına yer verir (sh.145).

"(Hayfa'da) dört üye ‘dehşet verici bir operasyonu' izledi. Yahudi sığınmacılar ‘yasağı uysallıkla kabul etmemeye' karar vermişti. Churchill'in ‘pis savaş' ile ne kastettiğini bilmek isteyenler, ölüm kamplarından sağ kalanlara karşı tüfek darbeleri, borular ve gözyaşı gazı kullanan Britanya askerini seyrederken anlardı. Kadın, erkek ve çocuklar zorla hapishane gemilerine bindiriliyor, güverte altındaki kafeslere kapatılıyor ve Filistin sularından çıkarılıyordu.

"UNSCOP'un dört üyesi Kudüs'e geri döndüğünde, Eban şöyle anlatıyor: ‘Şoktan renkleri solmuştu: Sadece bir noktayı düşündüklerini görebiliyordum: Britanya Mandası ancak bu şekilde devam edebilecekse, hiç etmesin daha iyi."

FİLİSTİN'İN BM TARAFINDAN BÖLÜNMESİ

Britanyalılar da bu sorundan kurtulmak istiyordu. Yaklaşık 600.000 Yahudi ve 1.2 milıon Araplık toplam bir nüfusu kontrol altında tutmaya çalışan 100.000 asker/polisleri vardı. (İlginç olan şu ki, 350 milıon nüfusu aşlın Hindistan'ı kontrol etmek için de aynı büyüklükle güce sahiptiler!)

Böylece Britanyalılar meseleyi BM'e devretti, BM de "Filistin'den" geri kalanlar (Ürdün adlı ülkenin oluşturulmasından sonra) üzerindeki Britanya Mandası'nı sona erdirmeye ve toprağı Araplar ile Yahudiler arasında bölüştürmeye karar verdi. Öneriye göre Yahudiler şunları alacaktı:

  • Akdeniz kıyısında, Tel Aviv ve Hafya dahil dar bir toprak şeridi
  • Kineret Gölü'nü (Galile Denizi) çevreleyen, Golan Tepeleri dahil, bir toprak parçası
  • Güneyde, yaşanamayan Negev Çölü olan geniş bir toprak parçası
  • Araplar işe şunları alacaktı:
  • Gazze şeridi
  • Kuzeyde, Tsfat şehri ve Batı Galile dahil, bir parça
  • Şeria Nehri'nin bütün batı kıyısı ve Samaria

Kudüs uluslararası kontrol altında olacaktı.

29 Kasım 1947 tarihinde Birleşmiş Milletler bu bölme planı için oy verdi. Oy verenler arasında, 33 ulus, ABD ve SSCB dahil, evet; çoğu Arap 13 ülke hayır; 11 ulus da çekimser oy verdi.

Sonuna kadar katı yürekli olan Britanyalılar evet oyu vermedi. Çekimser kaldılar.

Yahudi devletine ayrılan bölüm konusunda uğradıkları düş kırıklığına rağmen Yahudiler, o kadar bekleyiş ve acıdan sonra bunun hiç yoktan iyi olduğunu düşünüyordu.

Ancak taleplerinde hep maksimalist olan Araplar BM kararını reddetti. Ertesi gün Arap ayaklanması başladı, iki hafta sonra da çevredeki Arap ülkelerinden askerler Filistin'e gelmeye başladı.

Kurtulmaktan mutlu olan Britanyalılar olup bitene sırt çevirerek gitmeye hazırlanıyordu. David Ben Gurion Israel: A Personal Historı (İsrail:Kişisel Bir Tarih) adlı eserinde şöyle yazar (sh.65):

"Britanyalılar bu askeri işgali durdurmak için parmaklarını bile kaldırmadı. Genel Kurul'un kararının uygulanmasını denetmekle görevi BM komitesi ile işbirliği yapmayı da reddettiler. Aynı zamanda Yahudi devletinin parçası olacak olan yerlerde yaşayan Araplar, Arap Yüksek Komitesi'nin emriyle evlerini boşaltmaya ve Filistin'e komşu Arap ülkelerine gitmeye başladı."

Ayaklanma karmaşanın ortasında devam etti, takip eden aylarda 1.000 kadar Yahudi Araplar tarafından öldürüldü.

En kötü olaylardan biri 13 Nisan 1948 tarihinde meydana geldi. Scopus Tepesi'ndeki Hadassah Hastanesi'ne gitmekte olan 70 doktor ve hemişireden oluşan konvoy Araplar tarafından pusuya düşürüldü. Olay Britanya polis karakolunun yaklaşık 200 metre uzağında gerçekleşti. Britanyalıların müdahale etmediği, yedi saat süren ateşin sonucunda tüm doktor ve hemişireler öldürüldü. Araplar sonra cesetlere saldırdı.

KUDÜS KUŞATMA ALTINDA

Bütün bunların yanı sıra Britanyalılar Ürdün Kralı Abdullah'ı, Arap bölümlerini istila etmesi ve krallığına katması için destekledi. Bunlar Abdullah için yeterli değildi. Kudüs'ü de istiyordu.

Böylece Kudüs kuşatıldı.

Nisan ve Mayıs 1948'de mücadelenin odağı, dağlardan geçen Kudüs yolu idi. Yoldaki araçlar, yukarıdaki silahlı kişilere tamamıyla açıktı. Şehirdeki Yahudilere gerekli olan her şey bu yoldan gelmeliydi ama ulaşamıyorlardı.

Açlık hüküm sürüyordu. Eski Şehir'deki Yahudi mahallesinde oturanlar tamamıyla tecrit edilmiş durumdaydı.

Derken, şaşırtıcı bir olay meydana geldi. Nişan alma becerileriyle ünlü olmayan genç bir Yemen Yahudisi, neredeyse kaza ile tepelerdeki üç Arap'ı öldürdü. Bu adamlardan biri Arap lider Abdül Kader el Hüseyni idi. Moralleri bozulan Arap güçleri konumlarını terk ederek cenazeye katılmaya gitti.

Bunun sonucunda yiyecek taşıyan 250 kamıonluk devasa bir konvoy şehre girmeyi başardı. Berel Wein Triumph of Survival (Hayatta Kalmanın Zaferi) adlı eserinde şöyle yazar (sh.397):

"(17 Nisan 1948 Şabat günü) Yahudiler tallet'leri omuzlarında sinagoglardan çıkarak konvoyun boşaltılmasına yardım etti. Kudüs kuşatması bir anlığına yarılmıştı. Ancak Araplar Nisan sonunda güçlü bir karşı saldırıya geçerek Kudüs yolunu bir daha kesti. Yahudi Kudüs'ü sonraki yedi hafta boyunca tecrit edilmiş durumdaydı."

YENİ BİR DEVLET DOĞUYOR

Birleşmiş Milletler'in bölme kararında iki yeni varlığın kurulması için verdiği resmi tarih 15 Mayıs 1948 idi.

14 Mayıs Britanya Mandası'nın son günüydü. Britanyalılar saat 16:00'da bayraklarını indirdi ve hemen arkasından Yahudiler kendi bayraklarını astı.

Bu, İlk Siyonist Kongre tarafından 1897 yılında tasarlanmış olan bayraktı. Rengi beyazdı (yenilik ve saflığın rengi) ve Yahudi geleneğinin aktarımını simgeleyen tallet'inki gibi iki mavi (gökıüzünün rengi) çizgisi vardı. Ortasında David'in Yıldızı yer alıyordu.

Böylece 14 Mayıs 1948, saat 16:00'da, Hay İyar, 5 İyar günü Yisrael kendini devlet ilan etti.

2.000 yıl sonra Yisrael toprağı bir daha Yahudilerin elindeydi.

David Ben Gurion Bağımsızlık Bildirisi'ni radyodan okudu:

"Yisrael toprağı Yahudi halkının doğduğu yerdi. Tinsel, dini ve ulusal kimlik burada oluşmuştu. Burada bağımsızlığa kavuştular ve ulusal ve evrensel öneme sahip bir kültür oluşturdular. Tora'yı yazdılar ve dünyaya verdiler...

"Filistin'den sürgün edildiğinde Yahudi halkı dağıldığı tüm ülkelerde buraya sadık kaldı, geri dönmek ve ulusal özgürlüğünü yeniden kazanmak için dua ve umut etmeyi hiç bırakmadı.

"Böylece biz, Ulusal Konsey üyeleri bugün toplanarak, Yahudi halkının doğal ve tarihi hakkı uyarınca ve Birleşmiş Milletler'in kararının desteği ile Filistin'de İsrail adlı bir Yahudi devletinin kurulduğunu ilan ediyoruz...

"Tüm komşu ülkelere ve haklarına barış ve dostluk sunuyor, herkesin iyiliği için bağımsız Yahudi ulusuyla işbirliği yapmaya davet ediyoruz...

"Yisrael'in Kayası'na güvenerek, Geçici Devlet Konseyi'nin bu oturumunda, Tel Aviv Şehri'nde Şabat akşamı 5 İyar 5708, 14 Mayıs 1948 tarihinde bu bildiriyi yapıyoruz."

(İsrail'in Bağımsızlık Bildirisi, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'nin aksine, Tanrı'dan söz etmez. Bunun nedeni, Yahudi Ajansı'na hakim olan katı laiklerin karşı çıkmasıdır. "Yisrael'in Kayası" bir uzlaşma olmuştur.)

Herkes sokaklarda dans ediyordu. Ama uzun zaman için değil.

Beş Arap ülkesi neredeyse anında savaş ilan etti ve Mısır Tel Aviv'i bombaladı.