gulumsemekGülmek, iki insan arasındaki en kısa mesafedir.

Victor Borge

 

6 Ağustos 1987'de kalp krizi geçirmiştim. Sheraton Center Otel'inde New York Post'un düzenlediği AIDS konulu bir konferansa konuşmacı olarak katılmıştım.

Daha sonra Harlem'deki bir bakım evini ziyarete gitmiştim. Yetmiş Üçüncü caddenin üçüncü sokağındayken, yanımda oturan, İnsan Kaynakları Ajansının temsilcisi Bill Grinker'ı dinlemediğimi fark ettim. Sanki kendimden geçiyordum. Konuşmaya çalıştığımda kelimeler ağzımdan doğru dürüst çıkmadı. Bana ne oluyordu? O anda içgüdüsel bir şekilde kalp krizi geçirdiğimi anladım.

Önde oturan dedektif Eddie Martinez'in omzuna dokundum ve " Eddie, kalp krizi geçiriyorum. Beni, Lenox Hill Hastanesine götürün." dedim. Bu hastane yaklaşık 6 sokak ötedeydi. Sonra, neden bilmiyorum, medyanın arabada bulunan herkesle röportaj yapacağını ve "Ölmeden önceki son sözleri neydi?" diye bir soru yönelteceğini düşündüm. Halkın, devlet hastanelerine güvenmediğimi düşünmesini istemedim, bu nedenle, " Lenox'a hızlı varamazsanız, Bellevue'ye götürün" diye ekledim. ( Gerçi bu düşük bir olasılıktı, çünkü Bellevue yaklaşık 40 sokak ötedeydi.)

Yaklaşık iki dakika sonra Lenox Hill'e vardığımda, acilde beni bekleyen bir kaç doktor bulunuyordu. Daha sonra basından da birçok kişinin akın akın hastaneye geldiğini öğrendim. Kriz bir kaç kez daha atak yapınca görmem etkilendi ve yüzüm hafif çarpıldı. Beni yoğun bakıma aldılar. Kardeşlerim ve aileleri beni ilk görmeye gelen kişiler oldu.
Sonraki ziyaretçim Park East Sinagogu'nun Hahamı Arthur Schneiner idi. Bana, "Ed, çok uzun süre kalmayacağım, uyumalısın. Ama benimle beraber Tanrı'dan sıhhat dileyen bir duayı İbranice ve İngilizce söylemelisin" dedi. Dua basitti: "Beni iyileştir ve iyileşmiş olacağım, beni kurtar ve kurtulmuş olacağım." Duayı hahamla birlikte tekrarladıktan sonra yanımdan ayrıldı.

On dakika sonra Kardinal John O'Connor geldi. Kardinalle arkadaştım. Öldüğümde, cenaze törenime katılmasını istemiştim. Bunu yapmayı kabul etti. Odaya girdiğinde, bana "Ed, burada uzun süre kalmayacağım. Uyumalısın." dedi. Sanırım bu, herkesin öleceğini düşündüğü birinin odasına girerken söylediği sözlerdi. Kardinal devam etti: "Dualarımda olduğunu bilmeni isterim. Ve eğer istersen, senin için İbranice de dua ederim" diye devam etti.

"Sayın Kardinal" diye cevap verdim, "İbranice duamı söyledim. Biraz Latince dener misiniz?"

Dört gün sonra hastaneden, hiç bir rahatsızlığım olmadan ayrıldım. Doktor bir hafta boyunca istirahat etmem gerektiğini söyledi. Tabii ki de bunu yapacaktım. Eve gittim. Sonraki Pazar, terasta otururken, kapıdaki görevli telefon edip bana, " Sayın Başkan, bir araba kapıya yanaştı. İçinde dört rahibe var ve içlerinden biri Rahibe Teresa olduğunu söylüyor." dedi. Saat neredeyse öğlen üçtü ve hava çok sıcaktı.

"Çok enteresan. Rahibe Teresa'yı tanıyorum. Şimdi aşağıya ineceğim. Onları biraz bekletir misin? " dedim. Arabaya yaklaştığımda gelenin gerçekten de Rahibe Teresa olduğunu gördüm. "Rahibe, burada ne yapıyorsunuz?" diye sordum.

"Hasta olduğunu biliyordum Ed" dedi, "Hep dualarımdaydın. Şimdi de nasıl olduğunu görmeye geldim."

"Rahibe" dedim ona mutlulukla, "Duaların işe yarıyor. İyileşiyorum". Rahibeye biraz benimle oturmasını söyledim. Diğer rahibelerle birlikte arabadan çıktı. Elini aldım ve Doğu Nehrine bakan terasa çıkardım. Diğer üç rahibe de bizi arkadan takip etti.

"Rahibe" diye sordun terasa oturmuş zaman geçirirken, "Şehir yönetimi, işleriniz için size belli bir bütçe ayırıyor mu?".

"Hükümetten para almıyoruz" dedi bana.

"Peki fakirlere yarım etmek için nasıl para biriktiriyorsunuz?"

"Tanrı bize her zaman yardım eder"

"Rahibe, bizler için çok çabalıyorsunuz. Benim de sizler için yapabileceğim herhangi bir şey var mı? "

"Evet" diye cevap verdi, "İki park iznine ihtiyacım var."

"Rahibe" diye sözüne girdim, "bu size para sağlamakta daha da zor olabilir ama bunu için çalışacağım." Tabii ki, ihtiyacı olan iki izni çabucak sağlayabilirdim. Greenwich Köyünde işlettiği ve on dört hastanın kaldığı AIDS hastanesinin önünde park yerine ihtiyacı vardı. Bir azizin bile park yapması gerekiyordu...

O anda, yardımcım buz gibi limonatayla, taze yapılmış kurabiyeler getirdi. Rahibe Teresa ve diğerlerine limonata ikram ettim, bir bardak da kendime koydum. Beni limonatam bir harikaydı ama rahibeler içmedi.

"Rahibe" dedim, "limonata gerçekten çok güzel. Dışarısı da çok sıcak. Neden içmiyorsunuz?"

"Ed" diye açıklamaya başladı, "Ben ve kardeşlerim özellikle Hindistan için çalışıyoruz. Aynı şeyi, bize oradaki fakir ailelerden biri ikram etse, bunun onların bir haftalık maaşlarına bedel olacağını biliyoruz. Bu nedenle biz de bir çalışma prensibi belirledik: Güçlü ve zengin olanların evinde hiç bir şey yiyip içmeyiz. Fakirlerin evlerine gittiğimizde, onlar kendilerini kötü hissetmezler, çünkü bizim prensibimizi bilirler."

Ne kadar da muhteşem diye düşündüm ve " Ama rahibe, bu kurabiyeler yiyebileceğiniz en lezzetli kurabiyelerdir" dedim.

"O zaman onları paket yap..." dedi Rahibe. Rahibe, gerçekten pratik bir azizeydi...

Edward I. Koch, Belediye Başkanı