Cuma akşamüstüydü, mumların yakılmasına yaklaşık bir saat vardı. Bütün ev Şabat Kraliçesi'nin gelişi için hazırdı. Şabat için misafirler artık gelebilirlerdi.

"Yahudiyse, mutlaka buraya gelmeli!" diye öğretmişti annemiz bize. "Yahudi evinin kapısı, herzaman diğer Yahudiler için açık olmalıdır." Öğrettiği bu ders, sonsuza kadar bizimle kaldı. Bu misafirlerin kim olacağını hiç bir zaman tam olarak bilmezdik ama yine de herkese kapımız açıktı.

Kapımız bu sefer orta yaşlı bir çift için açıldı. Kısa boylu, toplu Moşe ve eşi Binah'tı bu Şabat bize konuk olanlar. Binah, başının etrafına sıkıca şardığı eşarbına sarınmıştı. Bu iki kişide açıkça farklı olan bir şeyler vardı ama bunu ilk başta fark etmek zordu. Binah, kocasına durmadan "Şimdi ne tarafa?Sağa mı sola mı?" benzeri bir sürü soru soruyor- ve ondan "Beni odama götür" gibisinden isteklerde bulunuyordu. Mumları yakma zamanı geldiğinde, Binah'ın elleri titreyerek mumlara yaklaşmaya çalıştı, en sonunda Moşe eşinin ellerini kendi ellerinin arasına alarak mumları yakabilmesi için yardımcı oldu. Şimdi Binah'ın kör olduğu, Şabat mumlarının güzel ışığını göremediği açıktı. Şabat, bütün büyüklüğü, sıcaklığı ve lezzetiyle evin içine yayılmıştı. Masa ailenin gücünün yettiği en değerli yiyeceklerle bezenmişti. Herkesin yüzündeki neşe etrafa ışık saçmaktaydı. Binah'ın bütün bunları hissetmesine rağmen, gerçek anlamda göremediğini bilmek yürekleri burkuyordu. Binah, doğduğundan beri kör olmadığını açıkladı. Bütün hayatının değiştiği o felaketin gerçekleştiği günden önce, normal, sağlıklı bir çocukluk geçirmişti. Binah, ailesiyle yaşadığı Yerulaşayim Beis Yisrael'deki evlerinin birinci katından düşmüş, başından ve omurgasından yaralanmıştı. Yaşaması bir mucizeydi.

Şabat ilerledikçe, zemirotlar söylendi ve tınılar evin her köşesini doldurdu. Divrei Tora okundu, ve rahatlatıcı yemek dilleri açtıkça, Moşe de bize ısındı. Binah'ın öyküsü dikkat çekici ise, eşininki daha da şaşıtıcıydı.

Gençken Moşe, İsrael'e, Yahudiler'in genelde Sefarad olduğu Rusya'nın Semerkand bölgesinden gelmişti. Dindar biri değildi ve gelir gelmez Ramat Gan'daki elmas ocaklarında elmas arayıcısı olarak çalışmaya başlamıştı. Dürüst ve güvenilir karakteri ve zekasıyla, işvereninin güvenini kazanmış, depolama ve başka sorumlulukların başına getirilmişti. Moşe, giderek zenginleşmiş ve maddi anlamda hiç bir şeyden yoksun kalmamıştı.

İsrael'de yaşayan her sağlıklı genç gibi, Moşe'nin de miluim, yani İsrael ordusundaki askerlik hizmetini yapma zamanı gelmişti. Uzak ve yalnız olduğu bir yere gönderilmiş ama görevini kısa sürede tamamlaşmış ve bir cuma akşamı evine dönme zamanı gelivermişti. Moşe, birliğindeki herkese veda etti, sırt çantasını ve silahını aldı, ıssız ve toprak yoldan otostop çekeceği ana yola doğru yürümeye başladı.

Tıpkı bir rüyadaymış gibi, bir anda dünyası tepetaklak oldu. Saldırmak için bekleyen iki ya da üç Arap terörist, Moşe'nin üstüne atlamış, silahını elinden almışladı. Moşe, umutsuzlukla saldırganların elinden kurtulup, arkasından patlayan silahlara rağmen hayatını kurtarmak için var gücüyle kaçabilmişti. Kör karanlıkta hiç bir şey göremiyordu, ne önünde ne de arkasında. Ama vurulduğunun ve giderek güç kaybettiğinin farkındaydı. İnsanüstü gücünü toparlayarak, çitlerin üzerinden atlamış ve orada yere yığılmıştı. Onu takip eden teröristler, çitleri geçmiş, Moşe'nin kanlar içinde yerde uzandığını görünce onu ölüme terk etmişlerdi. Şok olmış yarı baygın halde, Moşe hiç bir yerini hareket ettiremeyerek çaresizce orada kalmıştı. Zorlukla nefes alabiliyordu ve yaralarının ciddi olduğunu biliyordu.

O sırada bir vizyon gördü-bu bir rüya değildi, zira uyumuyordu, sanki bir vahiy gibiydi- Ne olduğunu tam olarak açıklayamıyordu. Önünde, daha önceden hiç görmediği birinin görüntüsünü gördü. "Aklının gözleri" ile, saygıdeğer aziz gibi, sakallı bir Yahudi gördü. Sırtında kaftanı vardı ve başının bir bölümü kaftanla kapanmıştı. Yahudi, Moşe'yi ismiyle çağırdı, "Moşe Moşe- kalk ve yerinden hareket et! Yola çıkmalısın ve böylece yaşayacaksın. Çıktığın zaman, sana söylediklerimi hatırla. Atalarının Tora'sına sahip çıkmalı ve onu öğrenmelisin". Daha sonra, Moşe, önünde bir Bet Midra? görmüş ve içinde, odanın önünde, oyulmuş ahşap ve altından, Aaroon Kodeş 'I fark etmişti. "Burada öğreneceksin Moşe. Şimdi, yola doğru ilerle!" Büyük bir çabayla, Moşe kendini zorlamış ve kaslarını hareket etmeye zorlayarak, yola doğru sürünmeye başlamıştı. Orada, diğer askerler onu görüp yardım çağırmış ve hebmen hastaneye yetiştirilmişti.

**

Moşe, bizlerle masada otururken, bütün gözler ona yöneldi. Bizlere kolundaki yara izlerini gösterdi. O geceki dehşeti hatırlatan izler sağ kolunda hala durmaktaydı. Bir kaç ameliyat geçirmesine rağmen, o kolunu neredeyse kaybetmişti. Yine de Baruh Haşem, kolunu aşağı yukarı kullabildiğini söyledi. Moşe, gerçekten yaşadığı için şanslıydı.

**

Moşe, gücünü geri kazanana kadar, hastanede haftalarca kaldı, ardından yaşama geri döndü. Hastaneden ayrıldı ve günük hayatına devam etmeye başladı. Elmas madenindeki işine geri döndü.Bu arada, aklından her şeyi çıkardı-saldırıyı, tehlikeyi ve acıyı unuttu. Garip vizyonu, gördüğü Yaşlı adamı ve kendisine söylediklerini de unuttu. Günlük hayatta, herşey sürüp giderken, güneş her gün doğup batarken, yaşadığı her şey yavaş yavaş silindi gitti. Ama, "Ein stam b'Yistael- İsrael'de tesadüf diye bir şey yoktur". Bunların hepsini açılayacak bir olay gerçekleşti.

Bir gün, iş yerinde, Moşe eline gazateyi aldı ve belli bir fotografa bakakalarak, bütün vucudunun tepeden tırnağa titrediğini hissetti. İş arkadaşlarından dindar bir Sefarad'a, "Fotograftaki bu adam, bu haham da kim?" diye sordu. İş arkadaşı ona, "Bilmiyor musun? Bu, Baba Sali, Rabi Yisrael Abuhatzeira, Netivot'taki mucize tsadik! Dini Yahudi dünyasında çok ünlüdür, özellikle de Fas Yahudileri arasında. Fas, onun doğum yeridir.Bütün Yisrael'e yardım etmek için harika işler yapar! Ne yani, onun adını geçekten hiç duymadın mı?" diye cevap verdi. Moşe karşılık veremedi, açıklamaya başlayamadı. O vizyonu bir kez daha gözlerinin önünde gördü ama arkadaşına Baba Sali'yi nasıl doğaüstü bir şekilde gördüğünü anlatamadı, çünkü bunu nasıl açıklayabileceğini hiç bilmiyordu. Arkadaşı ona inanmazdı- aklını kaçırdığını düşünürdü. Ama, Moşe'nin kendisi, bunun Tanrı'nın özel bir müdahalesi olduğunu fark etti. Göz ardı edilemeyecek bir direktif verilmişti. Kendi içinde bir karar vererek, o hafta işini bitirdi ve Yeruşalayim'e doğru yola çıktı.

Moşe, dini konularda yeni olanlar için kurulu yeşivaları gezdi ve kendisine uygun bir tane aradı. Her biri, uygun olmadığı gösteren başka bir neden öne sürüyordu. Biri, fazla yaşlı olduğunu, bir diğeri ise yeşivanın sadece Amerikalılar ya da İngilizce konuşanlar için olduğunu söyledi. Moşe, yavaş yavaş cesaretini kaybediyordu. En sonunda, Yeruşalayim'In göbeğindeki küçük yeşivaya geldi. İlk başta yetkililer kendisine pek yardımcı olmamışlardı. "Bu kapılardan geç ve senle konuşmaya gelecek Roş Yeşiva'yı bekle. En iyi olana o karar verecek." demişlerdi kendisine. Orta büyüklükte, ahşap iskemle ve masaların bulunduğu bir Bet Midraş'a gelmişti. Karşı duvarda, ahşap ve altından yapılmış harika bir Aaron Kodeş vardı. Moşe, eski masanın kenarına sıkıca sarındı. Gözleri Aaron Akodeş'e kenetlenmiş biçimde, "Ben bunu gördüm, bunu gördüm" diye mırıldandı.

"Ne gördün? Her şey yolunda mı?" dedi arkasından biri. Moşe, aniden arkasını döndü ve Roş Yeşiva'nın orada olduğunu gördü. Kendini tutamayarak, bir anda bütün olanları, kendisini şaşkınlıkla dinleyen ama ona inanan Ros Yeşiva'ya anlattı. Moşe, doğru yerde olduğunu kalben biliyordu. Yeşivaya kabul edildi ve öğrenimine başladı.

Bundan bir süre sonra, Moşe, Baba Sali'nin evinin bulunduğu Netivot'a gitti. Tehlike zamanında gözlerinin önünde beliren tzaddik'I gerçekten görmek istiyor, kutsal Rabi'ye olanları anlatmayı, açıklamayı umuyordu. Ama hiç bir açıklamaya gerek yoktu. Rabi Yisrael Abu hatzeira, tıpkı bir baba gibi Moşe'ye yumuşakça baktı ardından yavaşça güldü- sadece gizemleri anlayan birinin yapabileceği şekilde....

Moşe, Tora öğrenimine devam ettikten sonra, "Lo tov heyos adam levado- Bir adamın yanlız olması iyi değildir "diyen Chazal'in sözlerine uydu. Binah'la tanıştı ve onunla evlendi. İkisi de birbirlerinin eksikliklerini anladı. Moşe, Binah'a çok yardımcı oldu.

**

Binah, Givat Şaul'da, Şabat Kodeş'in sonlarına doğru benimle birlikte, balkonda havanın kararmasını bekledi. Güvercin sürüleri, Şmuel NaHavi'nin yattığı yer olan Nebi Şamul üzerinde ufuğa doğru serili gökıüzünde uçuştu. Manzara o kadar güzeldi ki, bunu göremeyen Binah için tekrardan içim sızladı.

Binah'ın yarı kapalı gözleri, sarıdan kırmızıya, ay ve yıldızlar çıkınca siyaha dönüşecek gri tonlarında dalgalanan ışığa doğru yönelmişti. "Şimdi karanlık oldu!" dedi Binah. "A, görebiliyorsun!" dedim, "Aydınlıkla karanlığı ayırabiliyorum" diye cevap verdi bana. "Başka ne görebiliyosun?" diye sordum ona merakla. "Gün doğduğunda, ışığın karanlıktan doğduğunu görebiliyorum! Geceyi kovuşunu görüyorum"

"Karanlıktan doğan ışık."sözleri aklımda yankılandı ve Şabat'ta dinlediklerimiz yeniden içimde canlandı. Hashem'in eli, her bir Yahudi'yi, kendi denemelerinde, kendi sürgünlerinde koruyor, onlara yardım ediyordu. Yahudi sürgünü uzun ve acılarla doluydu. Sürgün, Yaakov'un merdiveni gibi, yükseklerde gözden kayboluyordu. Kalbim sordu kendi kendine: Karanlığın içinden ışık ne zaman doğacaktı, "geceyi kovan" gün, ne zaman doğacaktı?

Yakınlardaki bir evden, Tora öğrenen çocukların sesleri, Motsei Şabat gecesinde yankılanarak, duyanlara neşe vemutluluk getirdi. Çocuklar, Şabat'ın bitişini onurlandıran bir şarkı söylüyorlardı- "Eliyahu HaNavi, Eliyahu HaTişbi, Eliyahu HaGiladi-bimheirah yavo eileinu im Maşiah ben David! Peygamber Eliyahu... David'in oğlu Maşiah'la birlikte yakında bize gelecek!"

Söyleyecek başka bir şey yoktu. Açıkça, bu her şeyi söylüyordu...