Yazdır

Suriye'deki Yahudiler'in tarihi İkinci Tapınak zamanına kadar uzanır. Bu cemaatler uzun süre refah içinde yaşamış, bireylerinden bir çoğu zengin ve varlıklı hale gelmişlerdi. Hahamlar ve yeşivalar da aynı şekilde hızla gelişmiş, eğitim alanında çok başarılı çalışmalar yapmışlardı.

Uzun yıllar önce, Müslümanlar, Yahudi cemaatine karşı oldukça hoşgörülü idi, zira Yahudiler, aralarında yaşadıkları toplum için her zaman ekonomik gelişm ve rafah sağlarlardı. Öyle ki, Cromwell zamanında, sürgüne gönderilmiş İngiliz Yahudileri, "ticarette iyi oldukları için", Avrupa'daki yeni yerleşim yerlerinden İngiltere'ye geri çağırılmışlardı.

Ancak, Suriye de aralarında olmak üzere, Arap ülkeleri bir Yahudi devletinin var olmasını istemediklerinde, durum değişti. Dünya, OrtaDoğu'nun her yerinden, Eretz Yisrael'e doğru göç dalgalarına şahit oldu. Ancak, Arap ülkelerinde yaşayan ve İsrael Toprakları'na gitmeyenler, özellikle politik sıkıntıların yaşandığı ve İsrael'le savaş yapıldığı zamanlarda korkunç bir nefret dalgasıyla karşı karşıya kaldı.

Suriye'deki Yahudiler hala işlerini yapabiliyor, okullara ve üniversitelre gidebiliyor, ticaret hayatı ve sosyal çevrelerde başarılı olabiliyorlarsa da, hareketleri dikkatlice gözleniyor, her bir cemaat üyesi sıkı bir şekilde göz altında tutuluyordu. Bütün Yahudiler'e potansiyel bir İsrael ajanı gözüyle bakıldığından, hepsi aşağılanmalara maruz kalıyordu. Bütün basın organları, özellikle savaş zamanları, İsrael hakkında çarpıtılmış haberler ve yayınlarla doluydu. Suriye Yahudilerinin, gerçekleri duymak istedikleri zaman, radyolarını, yorganlarının altında gizlenerek Kol İsrael'e ayarlamaları gerekiyordu. İsrael'de yaşayan yakınlarından gönderilen mektupların hepsi, önceden Amerika Birleşik Devletleri'ne gidiyor, orada yaşayan tanıdıklar, mektupları Suriye'ye yönlendiriyorlardı. Suriye Yahudiler'inin ülkeden çıkmaya izinleri yoktu, çünkü yetkililer,onların İsrael'e gitmelerinden şüpheleniyordu. Eğer başka bir ülkeye gitmek isteseler, işleri ve evleri de dahil olmak üzere, bütün mal varlıklarını devlete rehin vermek zorundalardı. Böyle durumlarda, genelde ailenin bir üyesi, "rehin" olarak bırakılır, ve ailenin geri dönememesi durumunda, bu kişi ağır baskılara maruz kalırdı. Bir Yahudi, Suriye içinde, Şam gibi başka bir şehre yolculuk yapmak isterse, hem yaşadığı hem de gideceği şehirdeki Polis Amirliğinden yazılı izin almak zorunda ve bunu günlük olarak Güvenlik Şefliği'ne rapor etmek durumundaydı. Evine dönmek istediğinde ise, ikinci bir bürokrasi sürecinden geçmeli, aynı belgeleri geri dönmek için de hazırlamalıydı.

Suriye Yahudiler'inin kimlik belgelerinde, kırmızı büyük harflerle "YEHUD-YAHUDİ" yazılıydı. Bazı geceler, Yahudiler'den bazılarının kapıları devlet memurlarınca aniden, sertçe vurulurdu. Aile bireyleri sayılır, diğer bilgiler kayıtlara geçirilir, ardından memurlar kapıyı çarpıp çıkarlarken, bütün aile arkalarından korku içinde bakardı. Yahudiler, her an ölüm korkusuyla burun buruna yaşıyorlardı, zira devletin ve polisin katı elinin, her zaman, aralarında bir günah keçisi, bir kurban bulmak için enselerinde olduğunu biliyorlardı. Suriye Yahudi Cemaatinin, genel olarak, içe kapanık kişiler oldukları, konuşmalarına sürekli dikkat ettikleri, toplum içinde sessiz, içe dönük oldukları tespit edilmişti. Kendi kendilerini bu kadar kontrol altında tutmakta haklılardı. Müslüman yetkililer, farkında olmadan, middos- bir Yahudi'nin yaşamına devam edebilmek için ortama adapte olup, "dilini kontrol etmesi " gerektiği- konusunda onlara yardımcı olmuştu.

İsrael Devleti'ne kaçmayı denerken ya da başka Yahudiler'e bunun için yardım ederken yakalananların acı öyküleri anlatılırdı. Bu kişilerin kaderiçoğunlukla, mahkemeye bile çıkmadan hücreye kapatılmak, orada aylarca acımasız işkencelere, açlığa, dayağa, hem dişlerinin, hem de ruhlarının kırılmasına maruz kalmak olurdu. Aileleri onlara hiç bir bağlantı kuramazdı. Ayrıca, Uluslar arası af örgütü ya da diğer organizasyonların da onlara yardım etme olanakları yoktu.

Belli bir zamanını, ağır işkenceler yaşadığı devlet hapishanelerinin birinde geçiren bir genç dışarı çıktığında, babasının dükkanında çalışmaya gitti. Orada çalışırken, babasının nasıl gizlice farklı insanlarla buluşup, kendisine hiç bir şey söylemeden, marketin arkasındaki küçük bir odaya kapanıp alçak sesle konuştuklarını gözlemledi. Günün birinde gerçeği anladı. "Baba! Kendine dikkat et! İnsanlara kaçmaları için yardım ettiğini biliyorum." Babası, parmağını dudaklarına koyarak onu uyardı ve oğlunu hemen susturdu. Kısa bir süre sonra, o ve ailesi de özgürlüğe adımlarını atacaklardı ama bunu aileden birine bile söylemek yasaktı!

Böylece, kendi ayrı bölgelerinde yaşayan Yahudiler, ne pahasına olursa olsun, bu paralarını son kuruşuna kadar harcamak ya da her hareketlerini titizlikle izleyen polisin dehşetli cezalarına maruz kalmak bile olsa, kaçmanın daha iyi olduğunu biliyorlardı. Cemaat üyelerinden biri, kaçmayı başardığı zaman, yakınları ya da onu tanıyan diğer Yahudiler, bunu yetkililere bildirmek zorundaydı; aksi takdirde hepsi cezaya maruz kalırdı. Bunu öğrenen Müslümanlar, kayıp ailenin evine girer, bütün evi aleni bir şekilde yağmalarlardı.

Şimdi evli ve çocuklı olan, Yeruşalayim Kollel'de öğrenimine devam eden Musa, ya da İbranice Moşe, nasıl kaçabildiğini şöyle anlatmaktadır:

Olay, neredeyse 25 sene önce, ben henüz 16 yaşındayken gerçekleşti. Büyük erkek kardeşim David, bana gizlice yaklaşarak, büyükannemiz Savta'yı da yanına alarak kaçmayı planladığını söyledi. Babamın annesi, yıllardır Kutsal Topraklar'ın kıyılarını kendi gözleriyle görebilmenin hayalini kuruyordu. Yaşlandıkça, Kutsal Şehir Yeruşalayim'de, Yahudiler'le beraber özgürce yaşayabilme ayrıcalığına kavuşma özlemi de git gide artıyordu. Bir Yahudi olarak özgürce yaşamanın ve her gün gerçekleşebilecek tehlikelerin korkusunu hissetmemenin güzelliğini merak ediyordu.

Risk çok büyüktü. Bu plandan anne babama ya da kız kardeşime bahsedemedim. Arkadaşlarıma veya başkalarına açıklamam söz konusu bile değildi. Veda partileri ya da iyi yolculuklar dilekleri olmadı. Yanımıza ise, bir insanın gezintiye çıkarken alacağından daha fazlasını alamadık.

Çok gergindim ve korkuyordum. Birinin yüzüme bakıp, yanlış bir şeyler olduğunu anlamasından korkuyordum. Ağabeyim beni cesaretlendirdi. Şaşırtıcı biçimde, Savta, içimizde en cesur olandı. "Hep birlikte yaz tatiline gidiyoruz!" diyordu. Kendi içinde korku duymasına rağmen, hepimize yiyecek güzel şeyler veriyor, moralimizi yüksek tutmamıza yardımcı oluyordu.

Daha önceki bir çok olayda aynı yolu gitmiş olan takside yol alırken sürücü hızlı ve sessiz bir şekilde arabayı sürüyordu. İstikametimiz Lübnan'dı. Hazırlanılan belgelerimizde, büyük anneleri gözetiminde günü birlik bir geziye çıktığımız yazılıydı. Uzakta, sınırdaki kontrol noktasını gördüğümde ağzımın kuruduğunu hissettim. Savta bana bakıyordu ve çantasından bir avuç fıstık çıkartarak, "Haydi, biraz fıstık ye!" dedi. Yapacak bir şey bulmaktan memnun bir şekilde, berahamı söyleyip, büyük annemin sözünü dinledim. Kontrol noktasında, görevli başını pencereden içeri sokarak, bizlere zorlu dakikalar yaşattı. Ardından belgelerimizi geri verdi. Yola devam ettik. Gayet masum görünüyorduk: Büyük anneleriyle birlikte gezintiye çıkmış iki genç...

Taksimiz, güneş batarken hızını arttırdı. Gece olduğuna seviniyorduk, karanlık sanki bizi gizleyen bir kalkandı. Lübnan'daki büyük Yahudi cemaatlerinden biri bizleri bekliyordu. Ne karşılama töreni ne de büyük bir grup vardı. Sadece evlerin birinde gizlice hazırlanmış küçücük bir odaydı bizi karşılayan. Dışarı çıktık, alabildiklerimizi içine koyduğumuz çantalarımızı taşıyarak, loş odaya girdik. Biz, dindar bir ailenin bireyleriydik. O geceki Minha ve Maariv dualarımızın gücü, Yom Kipur'daki Kol Nidre gibiydi. Buraya kadar sağsalım ulaştığımız için Tanrı'ya şükrettik ve önümüzdeki yolu da güven içinde tamamlayabilmeyi diledik.

O andan sonra, küçük odadan çıkana kadar zaman duygumuzu tümüyle kaybettik. Cemaatteki diğer üyelerin, Suriyeli Yahudi kaçakların o odada olduğundan haberi olup olmadıklarından emin değildim. Nisim adında, Lübnan Yahudi cemaati için çalışan ve kaçaklardan sorumlu olan bir adam bize yemek getirdi. Bizim rahatımızı sağlamak için elinden geleni yaptı. O koşullar altında bu, hiç de azımsanmayacak bir çabaydı. Halbıki biz kendimizi kötü koşullara hazırlamıştık.

Yaklaşık iki gün sonra, yolumuza devam etmek için bize gereken "OK" mesajını aldık. İsraelli yetkililerle irtibat kurulmuş ve buluşma yeri ve saati ayarlanmıştı.

O anda, heyecanımız giderek artıyordu. Yola devam etmek için can atıyorduk. Nisim, sakin olmamız ve duygularımızı kontrol etmemiz konusunda bizleri uyardı. "Siz gençler, sakin olun! Henüz daha ulaşmadık. Sağsalım varmak için Tanrı'ya dua etseniz daha iyi olur..."

Şimdi daha sessiz bir şekilde, Savta ile, Nisim'I takip ederek, bize ilerlememizi söylediği yola doğru yöneldik. Sokağın kenarında, çöple dolu bir kamıonun yanında duran iki temizlik görevlisi vardı. Birbirimize biraz şaşkınlık biraz da tiksintiyle baktık. Bizi özgürlüğümüze götürecek taksi bu muydu?

Tartışılacak hiç bir şey yoktu. Başka yol yoktu. Bize ihtiyacımız olduğunda son derece büyük bir yardımda bulunan Bay Nisim'e içtenlikle teşekkür edip, ona veda ettik. Ağabeyim ona sarıldı ve onu dualara boğdu. "Tanrı seni ve senin ona her şeyi, bu dünyada ve bir sonraki dünyada, bize yaptığın her türlü yardım için korusun" Nisim, karşılığında bize iyi yolculuklar diledi ve Yeruşalayim'e ulaştığımızda, Kotel 'de kendisini hatırlamamızı rica etti.

Daha sonra çöple dolu kamıona bindik. Bir köşenin oturabilmemiz için boş bırakıldığını görerek rahatladık. Motor gürültüyle çalıştı. Güne başlamak istemeyen isteksiz, yaşlı bir adam gibiydi sanki. Bir kaç dakika sonra ise, hayata gürleyerek başladı!

Böylece hiç birimizin nereye gittiğini tam olarak bilmediği bir yola çıkmış olduk. Kamıonun arka tarafında, iç kısımda oturan bizler, yolculuktan çok, ağır kokudan zorluk çektik. Bize bakan her hangi biri, çöplerini boşaltmaya giden bir çöp kamıonundan başka bir şey göremezdi. Hiç kimse bu değerli insan kargosunun içinde gizlediğimizin ne olduğunu bilemezdi. Zaman geçti ve güneş doğarken, başlarımızın üzerinde, parıldamaya başlayan ışıkları gördük. Kamıon en sonunda durduğunda neredeyse öğlen olmuştu.

"Herkes dışarı!" dedi sürücü ve hepimiz, 'limuzinimizden' hızla dışarı çıktık. Hepimiz şaşkınlık içindeydik çünkü bulunduğumuz yer terk edilmiş bir sahildi. Rehberimizi takip ederek, deniz kıyısında yürüdük ve küçük bir botun olduğu doğal bir limana vardık. Botta, kırışık yüzlü, yaşlı bir Lübananlı oturuyordu. Bota binmesi için Savta'ya yardımcı oldu.

"David!" diye bağırdım. "İsrael topraklarına bu 'salla' gitmeyeceğiz değil mi?" diye sordum. Bot, gözüme çok kücük görünmüştü, halbuki benim tahmin edebileceğimden çok daha fazla Yahudi'nin ülkeye ulaşmasını sağlamıştı.

Ağabeyim beni rahatlattı. "Endişelenme Musa. İsraelliler'in denizin ortasında bizleri alacağını biliyorum. Bu yolculuğumuzun son ayağı- Allah izin verirse, İsrael'e kısa süre sonra varacağız." Endişeli gözlerimi ve son dakika paniğimi görünce Savta da beni gülümseyerek rahatlattı. " Botun sadece dışına bakma. İçindekinin ne olduğunun tadını almaya çalış! Herşey dışarıdan göründüğü gibi değildir. Haydi bota bin evladım."
Birbirimize bakıp, korkumuza rağmen gülümsemeye başladık. Neredeyse oradaydık, ama son bir kaç gündür öyle durumlar içinde kalmıştık ki, üzerimizden stresimizi bir türlü atamıyorduk.

Yola çıktığımızda, Savta yeniden cesur olmaya çalıştı. "Görüyor musunuz Sizlere yaz tatili vaad etmiştim..." Bot küçüktü ama dayanıklıydı. Yava? yavaş dalgalar yükseldi ve akıntı hızlandı. Yaşlı kayıkçı dümeni sıkıca tutıor, deniz tarafında düşünceli şekilde bakıyordu. Sınırdan çıktıgımızda dalgalar iyice yükselmişti. Botumuz, uçsuz bucaksız deniz ile göyüzü arasında giderken, kendimizi çok çaresiz ve umutsuz hissettik. Midemin bulandığını hissettim ve gerçekten başarıp başaramayacağımzı düşünmeye başladım.

İsraelliler'in bizi alacak gemisi neredeydi? Savta'ya baktım. Son bir kaç gün aramızda, birbirimize karşılıklı olarak itiraf edebileceğimizden o kadar fazla şey yaşamıştık ki...Hepimizin güveneceği tek bir tesellisi vardı: Savta'nın dudakları hareket ediyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Başımı diğer tarafa çevirdim. Benim gözyaşlarımı görmesini istemiyordum. Oraya sağsaglim ulaşabilmemiz için dua etmeye başladım.

Birdenbire onu gördük. Denizin ortasında, yukarıdaki gökıüzü ile deniz arasında, büyük bir gemi bize doğru geliyordu. Botu engellememek için motorlreynı durudurmuştu.İste bu İsrel kuvvetlerinin gemisiydi! Eve gelmiştik! Baruh Haşem, en sonunda başarmıştık! Güverteye çıktıktan sonra bütün görevlilerin ellerini sıkıp, onlara sevgiyle sarılarak teşekkürlerimizi sunduk. "İsrael'de bir ruhu kurtaran kişi, bütün dünyayı kurtarmış gibidir. Ve o gün bizim dünyamız kurtulmuştu.

Yeruşalayim'e Elul ayının başında vardık ve doğru Kotel'e gittik. Oraya, Kutsal Tapınak'ın günüze kalmış parçasına, içimizdeki derin dua etme arzusuyla vardık. Daha da önemlisi, ödemek zorunda olduğumuz bir borcun bilinciyle oraya gelmiştik. Hem ailelerimizin, anne babamızın adına, hem kendisine söz verdiğimiz Bay Nisim, hem de Arap ülkelerinde tehlike içinde yaşayan bütün Yahudiler adına dua edecektik. Cesur büyük annemizle Kotel'e vardığımızda saat sabahın 5:30'uydu ve hissettiğimiz heyecan dayanılmaz boyuttaydı. Şahrit duasından sonra, farklı minyanlar bir biri ardından şofarlarını çaldılar ve Kralların Kralı'nı onurlandırdılar. Baruh Haşem, en sonunda ulaşmıştık!

Kısa bir süre sonra, ağabeyim ve ben yeşivaya yazıldık ve İsrael Toprakları'ndaki hayatımıza başladık.

*

Aradan uzun zaman geçtikten sonra- 10 yıl kadar-, ailenin diğer üyeleri de onlara katıldı. Musa'nın amcalarından biri, eşi ve sekiz çocuğuyla kaçmayı planladı.

Kohen ailesinin yaşadığı apartmandaki diğer bütün komşular Araptı. Görünürde, Arap komşular, Yahudi olduklarını bildikleri Kohen ailesi ile ilişkilerini iyi tutuyordu. Kohen ailesi, dinlerini asla saklamak istemezlerdi. Ancak, bu komşular onları gizliden gizleye göz altında tutmayı da ihmal etmiyor, günün birinde kaçma girişiminde buunup bulunmayacaklarına bakıyorlardı. Eğer Araplar bu bilgiyi yetkili kişilere ulaştırsalar, yüklü para ödülleriyle mükafatlandırılardı. Ayrıca, bir düşünün, o toplu satışlardan biri olsa... Kohenler'in ön odalarında harika bir lambaları, güzel halıları ve mobilıaları vardı...Evet, kazanabilecekleri çok şey vardı!

Kohenler, planlarını titizlikle hazırladılar. Küçük çocuklara sahiptiler, bu da işleri biraz daha tehlikeli hale getiriyordu. Bu ilerde tecrübeli bir Yahudi ajansına danıştıktan sonra, profesyonel rehberlerle irtibat kurdular ve biraz daha zor bir kaçış yolu seçtiler. Operasyonu yönetmekten sorumlu "rehberlere", önceden çok büyük miktarda para ödenmesi gerekiyordu. Onları seçerken çok dikkatli olunmalıydı. Hem Araptılar hem de bazıları güvenilir değillerdi.Yahudiler'in her zaman bir yerlere gizledikleri fazladan paraları olduğunu düşünen bazılarının, dağların ortasında durup, fazladan para istedikleri biliniyordu. Daha fazla para alamazsa, onları, yolun ortasında terk etmekle tehdit ediyorlardı. Bu durumda, kaçınılmaz olarak, Yahudiler, Suriyeliler tarafından yakalanıyorlardı.

Başka aileler, büyük tehlike içinde dağları aşmaya çalışırken yasadıkları zorlukları anlattılar. Genç bir baba, küçük bebeğini sıkıca kollarının arasında tutuyordu. Birdenbire, babanın ayağı kayıp yere düşünce, bebek de, bir kaya oyugundaki çamur birikintisinin içine düştü. Baba, hemen, daha önceden ilaç verilerek uyuması sağlanmayş çocugunu kurtarabilmek için çukura doğru inmeye başladı. "Bırak onu!" diye gürledi rehber. "Kayıp çocuklar için ayıracak zamanımız yok- bizi yavaşlatırsan yakalanabiliriz. "Ama genç baba, Arap'a sertçe çıkıştı. Yüreği canından çok sevdiği ve asla bırakmayacağı çocuğu için yanıyordu. Eğer Haşem yaşamlarını istiyorsa, yaşayacaklardı. " Sen kendi çocuğunu bırakcak kadar kalleş olabilirsin, ama ben değilim!" dedi. "Sen önden git, Sizi bulurum." Rehber arkasını dönüp yoluna evam etti: Grup da arkasında gidiyordu. Rehberin uyarısını unutan baba, aşağı indi, bebeğini aldı ve ileriye baktıgında, grubun hızla ağaçların arasında kaybolduğunu gördü. Çocuğunu ellerinde tutarak, onlarin arkasından koşabildiği kadar hızla koştu, aradaki mesafe gitgide kısalıyordu. Ve en sonunda Tanrı'ya şükür yetişmeyi başardı!

**

Komşularınn şüphelerini çekmemek için, Kohen ailesi, ayrılma zamanlarından bir kaç hafta önce, her gece bütün çocuklarla buluşmak için bir toplanma yeri belirlemişlerdi. Bir keresinde alışverişe, bir kere parka gitmislerdi. Böylece komşular, onları bir arada görmeye alışacaklardı. Giderken, komşularını selamlıyorlardı ve ailenin, her akşam "toplu bir yürüyüş "yapmaları alışılmış bir olay oldu.

Gidecekleri gün bir hafta ortası günüydü. O zamana dek, bütün aile bireyleri, nereye gidecekleri ve nasıl hareket etmeleri gerektiği hakkında iyice prova yapmışlardı. Sanki askeri bir operasyona hazırlanıyorlardı!

Önceden belirlenmiş işaret ile, tıpkı ailece yürüyüşe çıkıyorlamış gibi, Anne omuzuna kücük çantayı geçirdi, çocuklar da torbalarını aldı. Kısa bir süre evde kalan Baba, bütün ışıkları ve radyonun sesini sonunda kadar açtı, dinlemek için oturdu. En azından dinlermiş gibi yaptı. Ama bu kadar heyecan içindeyken radyoyu nasıl dinleyebilirdi ki? Düşünceleri yüzlerce farklı yönde uçuşup duuyordu. Bir çoğu da pek tabii ki, hava durumu ile ilgili değildi... Cocukalr, annelerini merdivende ikişerli sıra halinde takip ettiler. Küçükler birbirlerinizn elini tutuyordu. Yaklaşık altı yaşında olan en küçük kardeş ise annesinin eline sıkı sıkı yapışmıştı. Hepsi, kendilerinden beklenileni biliyordu ve haftalar boyunca kendilerine öğretilen direktifleri uyguluyorlardı. İşte şimdi herşey gerçek olmustu.

Kentin dışına ulaştıklarında, her çocuk farklı bir yöne dağıldı. Anne, en küçük çocuğunu sıkı sıkı tuttu ve ailenin "bebeği " olarak bazi zamanlar yaptığı gibi ağlamamasi için içinden dua etti. Yava? yavaş evler bitti ve ormanlık bölgeye doğru ulaştı. Yüksek dağlardan yürüyerek önce Türkiye sınırına ulaşacaklar, sonra da Tanrı'nın yardımızıla İsrael 'e varacaklardı.

Bay Kohen saatine baktı. Hareket etme zamanıydı. Özlemle evine son bir kez daha baktı, ışıkları ve radyoyu açık bıraktı kapının ardına gizleniş mezuzayı öptü ve hızla karanlıkta gözden kayboldu. Şehirden dışarı çıkana kadar farlı bir yoldan yürdü ve kendisini heyecanla ormanda bekleyen ailesiyle buluştu. Daha gelnesi gerekenler de vardı- bazı Yahudi gençleri ile rehber.... Gece ağırlaştıkça, diğerleri de ağaçların arasında ortaya çıktılar. Böylece, kış soğuğu ile daha da zor hale gelmiş tehlikeli yolculuklarına basladilar.

Yürüyerek geçirdikleri saatler birbirlerini kovaşadı - toplam yaklaşık 30 saat yürüyeceklerdi. Her taraflarında tehlike seziyorlardı ve çatırdayan her bir dal parçası paniğe kapılmalarına neden oluyordu. Dondurucu kış koşullarına rağmen, Kohen ailesi ayakta durabildi ve yollarına devam edebildi. Bazen küçük çocukların taşınması da gerekiyordu. Arap rehber surekli hızlanmaları gerektiğini söylüyordu. Tanrı korusun kimse yakalanmamalıydı. Gençler dişlerini sıkıp, gece boyunca kararlı bir şekilde ilerlerken, genç bir kız tökezlemeye başladı. Korku içinde, "Avcının kovalardığı geyikler gibiyiz!Ne bize merhamet gösterecek biri var ne de yakında kurtulacağımıza işeret eden bir umut ışığı..." Herkes ona endişeyle baktı ve onu cesaretlendirmeye calışıtı: "Tanrı'nın yardımızıla kısa bir süre sonra orada olacağız. Lütfen pes etme. Devam etmelisin!" " Kendimi iyi hissetmiyorum!" diye ağlamaya başladı kız. Gözleri kapanmaya basladi ve ardından, her kesin korku dolu bakışları arasında bayıldı. Erek kardeşi, kimsenin tavsiyesini beklemeden, kızı kollarına aldı, dişini sıkarak, yola devam etti.

Sabahın ilk ışıkları ağaçların arasından süzülmeye ve manzara biraz değişmeye başlamıştı. Hala dağlardaydılar ama uzaktaki bir kaç ev ve yollar daha farklı görünüyordu. Birdenire, önlerinden yabancı sesler gelmeye başladı. Askerler belirdi. Silahlar gruba yönelmişti. "Durun!" diye emredilmişti kendilerine.

Bayan Kohen ağlamaya başladı ve onun eteklerine tutunmus çocukarın da yanaklarında gözyaşları süzüldü. Rehber, birden yönünü değiştirerek, buhar olup ortalıktan yok oldu. Hazal'in söylediği gibi, "Cennetteki Babamızdan başka güvenebileceğimiz kimse yoktur!" ve işte onlar da ortada kalmışlardı.

"Buraya kadar geldik. Ama sanki tencereden alevlerin üzerine düşer gibi olduk."diye bağırdı gençlerden biri umutsuzluk içinde. "Bekleyin! Acele etmeyin" diye karşılık verdi Bay Kohen. Yaklaşanlara doğru endişeli bir adım atti. Arapça konuştuğu halde, Türkler onu anlayabiliyordu.

"Çok yorgunuz ve yardıma muhtacız." diye açıkladı söze ilk başlayan olarak. "Hiç birimiz silahlı değiliz. Sadece siviliz. Görüyorsunuz, sadece çocukları olan bir aileyiz. Lütfen bize şimdi yardım edin. Ne yaparsanız yapın ama lütfen bizi geri göndermeyin! Size yalvarırım!

Türk birliği izlediler. Türler, onları dar bir yola çıkartıp ulaşım aracı çağırdılar. Ayakları şişmiş ve yorgunlıktan bitkin düşmüş grup, kısa bir süre sonra kendilerini askeri araçlar içinde buldular. Sınır polisinin ofisine doğru gidiyorlardı.

Yetkililere danısildıktan sonra, altı hafta hapiste kalmak zorunda kaldılar. Gruptakiler, Türkleri'in İsraelliler'le irtibat kurmsı durumunda, kendilerine yardım edecek aile yakınlarını ve akrabaları gösteren belgelerin hazır olmasını beklediler. Gerginlik sürüyordu. Olayların ne yöne doğru gideceği hakkında hiç bir fikirleri yokru. Türk yetkilerin ne karar vereceklerini bilmiyorlardı. Yahudiler bekledi, ve Suriye'ye geri gönderilmemek için istek ve umutla dua etti.

En sonunda, gerçekleşmesi için dua ettikleri mucize gerçek oldu! Türk ve İsraelli yetkililer arasındaki haberleşmeler meyvalarını verdi. Serbest bırakılmaları için yapılan görüşmeler başarılı oldu. Büyük bir mutluluk ve rahatlamayla, Atalarının topraklarına en sonunda vardılar.

Bizler, tıpkı acımasız avcıdan kaçan geyikler gibi takip edildik. Ama en sonunda Tanrı'nın yardımıyla, kurtulanlar arasında olmanın mutluluğuna erdik...