Bu, bir sürü anıya sahip, gururlu ve onurlu bir kadın olan Anna'nın acı-tatlı hikayesidir.

Anna, Odessa yakınlarında yaşayan, geleneksel bir Yahudi ailesinden geldiğini ve Yidiş dilini anne babasının evinde öğendiğini hatırlıyordu. Babasının büyük bir bağı vardı. Bu bağ sayesinde kendi şaraplarını üretiyor, yeraltındaki büyük fıçılarda depoluyordu. Babası, önemli bir işadamı olarak tanınırdı.

Kendi işine sahip olduğu için, Bolşevikler, Devrimin gelişiyle, onun bir düşman olduğunu iddia etmişler, "gerçek amaçları" uğruna, onu yok etmekten kaçınmamışlardı. Böyle bir anda, bağına bir grup asker gönderdiler. Askerler, bütün fıçılardaki şarapları boşalttılar. Ele geçirdikleri şarapla, askerler, ya o anda sarhoş olmuş ya da götürebileceklerinin hepsini taşımak için var güçleriyle hareket etmişlerdi. Şarabın büyük bölümü, dikkatsizce taşındığı için yolda dökülüp ziyan olmuştu. Daha da kötüsü, Anna'nın babası işkenceye maruz kalmış, biriktirdiği paraları nereye sakladığını itiraf etmesi için günler boyunca buz gibi suyun içinde kalmaya zorlanmıştı. Zavallı Yahudi, çaresizce haykırmıştı: "Benim hiç param, hazinem yok! Zaten benim bütün evimi, geçim kaynağımı yok ettiniz. Lütfen bizi bırakın, lütfen..." Bütün bu isyanları, gaddarların sağır kulaklarına erişmedi. Artık tehlikede olan sadece mal mülk değildi. Köylüler gittikçe daha da sarhoş oldukça, insan hayatı da tehlike altına giriyordu. Sadece, kaos ve kargaşa arasında gidip gelen Anna fark edilmemişti. Ama çocukluk anıları, onun, her zaman Komünist 'kahramanları' tam olarak anlatabileceği kadar acı sahneler içeriyordu.

Yıllar sonra, evli bir kadın olarak, Anna, Pesah Matsalarını pişirmekle ilgileniyordu. Komünist rejimi altında, Rusya'daki Yahudiler'in dini uygulamaları engelleniyordu. Tora ve mitsvalarını uygulamak yasak olduğu için, zaman içinde bir çok gelenek de unutuluyordu. Buna rağmen, Anna, Pesah matsalarının nasıl pişirileceğini hiç bir zaman unutmadı. Bu çok gizli bir şekilde yapılmalıydı. Her an otoriter güçler onları fark edebilirdi. Bu gizli işlerden, okuldaki öğretmenlerinin kulaklarına gider endişesiyle, çocuklara bile bahsedilmiyordu. Matsalar hazırlandığında ise, bunları Yahudi aileler dağıtmak da Anna'nın göreviydi. Matsaları bir yastık kılıfına saklar, yorgun bir şekilde apartmanların çatısına çıkardı. KGB'nin korkusundan, matsaları gündüz vakti, sokakta taşımaktan çekinirdi. Eğer bunlarla yakalanırsa, cezası çok ağır olurdu.

Binanın çatısına tırmanırken, arkasından ayak sesleri geldiğini fark etti. Kendisini kimin takip ettiğini öğrenmek için arkasına dönmeye cesaret edemedi. Gittikçe adımlarını hızlandırdı, en sonunda var gücüyle koşmaya başladı. Bir an için arkasına ani bir bakış attığında, bir gölgenin kendisini takip ettiğini gördü, ve deli gibi çarpan kalbiyle, damdan dama atlayarak kaçmaya devam etti. Değerli bohçası, hala kolunun altındaydı. En sonunda, Tanrı'nın büyük yardımıyla, nefes nefese, daracık bir yere saklandı. kendisini takip edenin, hızla önünden geçtiğini görünce bir az olsun rahatladı. "Ha lachma anya- Bu, atalarımızın Mısır'da yedikleri dert ekmeği". Büyük bir sadakat ve cesaret ile, bizim neslimizde de, Yahudiler, bunu hala, en zor durumlarda bile özlemle yiyorlar. Bunun gibi olaylar, sonraki yıllarda Rusya Yahudiler'inin kurtulmasını sağlayan zechusim-erdemli hareketlerden- biriydi.

Cesaretli Anna, bir doktordu. "Göz uzmanı" derdi kendine. Parası, iyi bir mesleki konumu ve bir sürü hastası vardı. Büyük saygı duyuluyordu. Eşi de varlıklı ve başarılı biriydi. Ama hayatlarındaki eksiklik çocuktu. Anna, mucizevi bir şekilde, 40 yaşında gebe kalana kadar, çocukları olamamıştı. Gebeliğinin dokuz ayının neredeyse tamamını, yatakta geçirdi. Bu özenli dikkati sonucu, güzeller güzeli bir bebek getirdi dünyaya. Ona Mişel adını verdiler. Anna ve eşinin hayatını sonsuza kadar değiştirecek olan Mişel'di.

Anna, en sonunda anne olabilmişti ama sorunları henüz bitmemişti. Küçük oğlu büyüdü ve aile, çocuğun yararı için, Komünist tehditinden uzakta olan Eretz Yisrael'e yerleşmeye karar verdi. Rusya'dan çıkmak için başvuruda bulundular. Bunun, işlerinden hemen kovulacakları ve daha bir çok zorlukla karşı karşıya kalacakları anlamına geleceğini çok iyi biliyorlardı. Cezalar, geçikmeden kendilerine ulaştı. Anna'nın eşi,uydurma bir sebeple tutuklandı ve Sibirya'ya gönderildi. O, tıpkı diğerleri gibi, Sion sevgisiyle, Kutsal Topraklar'a göç etmek istedikleri için cezalandırılan ünlü, "Sion Tutukluları"ndan biri oldu. "Tsiyon, Tsiyon halo tishali- hapsedilmişlerin iyiliği için dua et." Anna, kızlık soyadını kullanarak, oğluyla birlikte Sibirya'ya taşındı. Böylece eşinin yakınında olmuş, ve ona her türlü desteği sağlamaya çalışmıştı. Rüşvetler, bazen tutukluların işine yarıyordu. Ailenin de yakınlarda olduğunu bilmek, bir tutuku için, bu zorlu zamanlarda cesaret veren en büyük teselliydi.

Politik çarklar yavaş dönüyordu, ama sahne arkasındaki baskılarla biraz olsun dönebildi. Anna, gizlice memurlara rüşvet verdi ve bol bol dil döküp, tatlı sözlerle kandırdığı kişilerin makamlarına erişmeyi başardı. En sonunda eşi serbest bırakıldı ve uzun süredir beklenen çıkış vizesi ele geçirildi. Hasta ve güçsüzleşmiş adam, ailesine geri döndü. Hemen nefret ettikleri ülke Rusya'dan, en kısa sürede ayrılmak için hazırlandılar.

Transit için Viyana'ya vardıklarında, Anna, o zamanlar 13 yaşında olan oğlu Mişel'e, "Sence, babanın iyi bir şekilde tedavi edilebileceği İsviçre'ye gitmemeli miyiz?" diye sordu. Mişel, bu öneri karşısında şok olmuştu. "Babam, Sion için a acıları çekti, İsviçre için değil!" diye bağırdı. "O bir Assir Tzion, Zion Tutuklusuydu!". Böylece aile, İsrael Topraklarına gitti ve Yeruşalayim'e yerleşti.

Orada, yine şansızlık onları buldu. Anna'nın eşi, daha fazla dert kaldıramayacak kadar zayıftı. Ailesini Kutsal Şehre getirmeyi başarmıştı ama kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Yine de, arkada bıraktığı bir çok Rusya Yahudisi kardeşinden daha şanslıydı...O, Yeruşalayim'de gözlerini yummuştu...

**

Zaman ilerledi ve Mişel büyüdü. Annesi Anna, aralıklarla doktorluk yapmaya başladı ve Mişel, Yeruşalayim'deki bir Yeşiva'ya gitti. Yavaş yavaş, artık yetişkin bir genç olan Mişel, Tora ve mitsvalarla ilgilenmeye başlıyordu. Neredeyse tek başına büyümüş Rusyalı bir yetim için, bu çok önemli bir atılımdı. Zira, annesi de Yahudilik hakkında pek az bilgi sahibiydi. Anna için her değişim, hayatı boyunca yaşadıkları, çok zorlu olmuştu. Geçmişte, oğlu ve ideali için anlatılmaz acılar çekmişti. Şimdi de, onun için, mutfağını koşer yapmış ve mitsvaları yerine getirebilmek için elinden geleni yapmaya başlamıştı. İyilikleri ve şefkatli tavrıyla ünlendi. Örneğin, komşuları, ekonomik sıkıntısına rağmen, o hafta gücünün yettiği tek et olen o bir parça hindiyi nasıl da, yan apartmanında şivada oturan matemliler için hazırladığını görüyor, onu takdir ediyorlardı.

Olayların neden talihsiz gittiğini sorgulamak bize düşmez. Ama hayatı boyunca bu kadar mücadele ettikten sonra, Anna neden kansere yenik düşmüştü? Bizler sadece düşünüp göz yaşı dökebiliriz. Ama "niçin" diye soramayız, çünkü bizim, yani insan oğlunun anlayışı kısıtlıdır. Bizler Haşem'in takdirini anlayabilir miyiz? İlahi Babamızın kararlarını, tıpkı çocukların anne-babasının kararlarını sorgusuz sualsiz kabul ettikleri gibi kabul etmek daha iyi değil mi?

Anna'nın komşularından bazıları onunla, Kotel'de karşılaşmışlar ve ona, "Anna, gel bizimle burada dua et. Bu muhteşem, kutsal yerde. Tanrı'nın Varlığı, Şehina, burayı asla terk etmez..." demişlerdi.

Ama Anna, nasıl dua edeceğini hiç öğrenmediğini itiraf etmek için pek cevap vermezdi. Ona bunu kimse öğretmemişti. Tatlı komşuları, ona, Kainat'ın Yaratıcısı Tanrı'nın büyüklüğünü, İlahi merhametini, kişinin yüreğinin önce övgü daha sonra da ricalarla O'na ulaştığını açıklamaya çalışmışlardı. Tıpkı bir çocuğun babası önündeki hali gibi... Anna hep dinler ama hiç cevap vermezdi.

Cuma gecesi geldiğinde, komşularından bazıları, Anna'nın Şabat mumlarını yakmasına yardımcı olmak için gelirdi. Bir keresinde, aniden Anna, ruhları titretecek şekilde çığlık atmıştı: "Di neshamah veint! Ich vill davenen!- Ruhum ağlıyor- dua etmek için!" Bu nesilde bunun gibi bir tefilah cennete yükselmez mi? Anna, gerçekten onurlu bir ruha sahipti.

**

Yeruşalayim'deki büyük avluya büyük bir kalabalık toplanmıştı. Aradan yıllar geçmiş ve uzun süre önce vefat eden Anna, şüphesiz, nesillerin erdemli kadınları arasında oturmaktaydı. Onun ve eşinin ruhları, tabii ki, burada, konukarın arasındaydı. Hazal, bu dünyadan göçen yakınların ruhlarının, güzel günlerinde, çocuklarının yanında olacağını öğretir. "Anna'yı hatırlar mısın?" diye sorar bir kadın diğerine. Bu şekilde, konuşmaya ve hatırlamaya başlarlar Çok fazla devam edemezler, zira - ciddi, sakallı ve günlük yaşamında dindar bir Yahudi olan-hazan gelmektedir. Etrafı derin bir neşe kaplar. O, babası ve kayınpederi yerine geçen ( gelinin babası da vefat etmiştir) iki Rabi ile birlikte, düğün töreninin yapılacağı yere gelir. Rusya'dan, Tora öğrenmeleri için Eretz Yisrael'e gelmeleri için yardımcı olmuş öğrencileri de, onu arkadan takip etmekte, el çırpıp şarkı söylemektedir. Toplanan herkes, kendilerini o anın mutluluğuna kaptırmış, el çırpıp şarkı söylüyor, birbirlerine bakıp gülümsüyor ve önlerinde gerçekleşen bu harika olayı kutluyorlardı. Mişel evlenmek üzereydi. Hem öğrenim gördüğü, hem de öğretmenlik yaptığı yeşivasından Rabiler, onu çevrelemişler, şarkılar söylüyorlardı. Ortam büyülüydü. Herkes bir yandan gülüyor, bir yandan ağlıyordu, çünkü hazanın anne babası yoktu. Ama kendisi, yalnızlıktan çok uzaktı, çünkü etrafında hem iyi arkadaşları hem de iyilikleri vardı. O, öne çıkan bir kişilik olmuştu.

Anna, bütün bunları, eserini, senin yolundan giden öğlunu görebiliyor musun? Yüreğinden hissederek ettiğin duan boşuna değildi!

"Di neshamah veint! Ich vill davenen!" Anna'nın sesi ileriye doğru yankılandı. Anna, Anna, Tefilan kabul edildi...